Tam yirmi altı gün olmuş İzmir için yazalı. Sonra her gün yeni bir yazı için sabırsızlanırken bahar yorgunluğu mu desem, gündem kalabalığı mı yazmayı özlemiş ama yazamadan kalmışım.
Aslında 2- 14 Nisan arası İKSV İstanbul Sinema Festivali ile nefes aldım. 22 film izledim. Özellikle yedi tanesini unutulmaz filmlerim arasına aldım. 'Gün Doğarken', Kuartet', 'Son Konser', 'Traviata ve
Biz', 'Sabır Taşı','Vecide' ve 'Zeytin'.
Dört film klasik müzik sever olarak ruhuma dokundu derinden. Sabır Taşı ve Vecide ise kadın üzerine Afganistan ve Suudi Arabistan'ı anlattılar ki görülesi filmlerdi. Zeytin, İsrailli bir savaş pilotuyla kimsesiz bir Filistinli çocuğun yolculuğu üzerine ilk başta olanaksız gibi gelen birlikteki yolculuklarını insancıl duygularla birleştirmişti. Umarım gösterime girecek salonlar bulurlar.
Salonlar deyince; festivale bu yıl Emek'e vurulan kazma seslerinin ağırlığı vurmuştu her yönüyle. Zaten en anlamlı açılış ve kapanış da anılarla dolu sinemanın önünde yapıldı. İlki gazlı ve sulu polislerimizin himayesinde, ikincisi ise yalnızca sinemaseverlerin ve sanat insanlarının katılımıyla sözlü ve müzikli...
Nisan İstanbul'a bol film, dinleti ve sergiler getirdi içinde barındırdığı insandan ötürü. Doğa da erguvanlarını, mor salkımlarını ve lalelerini bezedi olanca cömertliğiyle. Hava ise hem üşüttü hem güneşiyle ısıttı.
Yurttan haberlerse Nisan'a uygun,bir karanlık, bir aydınlık kısacası karmaşık. Fazıl Say'dık hepimiz yargının hükmünden sonra. 23 Nisan' da çocukluğumuzun bayramlarını özledik ve Ata'mıza bir kez daha şükran duyduk tüm dünyanın tek çocuk bayramını yarattığı için. Ama ulusal egemenlik bölümüne ne oldu şu hızlı dönüşümde artık sözün yetmediği zamanı yaşar olduk...