14 Haziran 2014 Cumartesi

TİRE BAÇ FEN LİSESİ İLK DERS YILINI NE GÜZEL BİTİRDİ

Dün karneler alındı.Ve bizim göz bebeğimiz  Tire Fen Lisesi öğrencileri de ilk yılı bitirip tatile girdiler. Ne güzel ne içten bir tören hazırlanmıştı. Madem ki bu blog benim duygularımı yansıtıyor öyleyse dünkü mutluluğumu da paylaşacağım. Size Şefika'yı ve arkadaşlarını anlatacağım.

Eylüldeki açılıştan sonra bir kaç kez gittiğim okulda öğrencilerin ve öğretmenlerinin, müdürlerin ve tüm çalışanların uyumuna seviniyordum. Dün bu düşüncelerimin ne denli doğru olduğunu gördüm ve çok mutlu oldum.

Sabah on bire doğru okuldaydık. Konferans salonunda toplandık. Müdürümüz açılış konuşmasını yaptı. Öğrenci başarısı gerçekten çok iyiydi. Fen lisesi olarak genel ortalama seksenin üzerindeydi. Çocuklar bilim olimpiyatlarına da katılmışlardı. Zaten olimpiyat odalarında nasıl çalıştıklarına okula uğradığımız bir gün biz de tanık olmuştuk. Çocukların katıldığı etkinlikler, yapılması gerekenler, hedefler gibi konuları gayet akıcı anlatan müdürümüzden sonra hayırseverimizin  konuşması çok motive ediciydi. İş yaşamındaki başarıların rastlantısal olmadığına, hedef  koymanın önemine değindi ve başarılı öğrenciler için düşünülen ödülleri anlattı. 

Sıra okul birincisi Şefika Akman'ındı. Şefika Tire'nın Tulumköy'ünde yaşayan ailesinin biricik kızıydı. Çok heyecanlı ve içtendi sözleri. İşte, o konuşurken ben bu güzel ülkede eğitimde fırsat eşitliği olsa daha ne Şefikalarımız olacak diye düşündüm gözlerim dolarak. 

Sonra Şefika'nın babaannesi, annesi ve babasıyla tanıştım. Tanıdığım nice aydından çok daha geniş dünyaları yansıyordu pırıl pırıl gözlerine. Eğitimin değerini biliyorlar ve kızlarının okuması için hepsi de ellerinden geleni yapıyorlardı. Hele o babaanne, nasıl da gururluydu torununun başarısından. ''Ben uyurum, o hep çalışır, babası on yaşındaydı yetim kaldığında okuyamadı hep tarlalardaydık, gelinim de 17 yaşından beri bizimle beraber, o da çalıştı.''diye anlatırken, Şefika'nın babası da  kendi annesini doğruluyor, ''Eğitim çok değerli. Ben liseyi dışardan bitirdim. Bu okul, kızım için çok iyi oldu.'' diyordu. Tören sonrası pek çok pozdan sonra ben de anneciğim yanımda, Şefika ve annesiyle de fotoğraf çektirdik. 

Gerçekten çok etkilendim tüm öğrencilerimizden ve başarılarından, o sırada törende konuşma sırası bana gelmişti,öğretim ve eğitim yılının son dersini vermem için. Yine unutulmayacak dakikalardı. Bu kez öğrenci merkezli olmalıydı dersimiz. İlki ilkelerimiz ve amaçlarımız üzerineydi genellikle. Ama şimdi koskocaman dokuz ayı okulda geçirmişlerdi çocuklar; deneyimlerini ve isteklerini anlatmalıydılar. Gönüllü bir kızımız yanında beş öğrencimizi çağırdım sahneye. İçtenlikle isteklerini anlattılar. En çok hoşuma giden isteklerinin drama kulübü dans kulübü, piyano alınması ve voleybol oynama saatlerinin çoğaltılması  olmasıydı. İçimden ''Yaşasın, tek yönlü değil, çok yönlü çocuklar yetişiyor.'' diye çok sevindim. Ben de 'beyin ve yürek uyumlu olursa yaşam daha anlamlı olur'' diyerek ve iyi tatiller dileyerek dersimi bitirdim.

Okulun tanıtım filmini coğrafya öğretmenimiz Mustafa Konur hazırlamış, rehberlik öğretmenimiz Fatma Mut  da seslendirmişti. Emekleri içn buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Okulun bilim laboratuvarlarını hibe eden ve okulda bilim çadırı kurdurarak tüm çevredeki öğrencilerin de yararlanmasını sağlayan İbrahim Çağlar arkadaşımızın hazırladığı bu etkinlik unutulmuştu. O da eklenecek.  Her önemli anımızda yanımızda olan Metin Kaya dostumuz da ödül verenlere katıldı.

Sırada eşimin ilk beşe giren çocuklara ödülü, Paris ve Disneyland gezisini kazanan en başarılı  beş öğrencinin açıklanması vardı. Umarım öğretmenleri Fatma hanım ile çok güzel bir tatil yaparlar.

Son olarak okula emeği geçen personele armağanları verildi ve en çok alkışı da onlar aldı. Ne güzeldi bunu görmek. Okula katkısı olan tüm bireyler birlik içinde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı. 

Ülkemiz üzerindeki kapkara bulutları dağıtan pırıl pırıl bir gündü dün. Dileğim nice yıllar daha da gelişerek sürüp gitmesi. 

Ne yazık ki öğretmen okulları kapatılıyor, mesleksel eğitim göz ardı ediliyor, sanat eğitimi ve uygulayıcı kurumlar yok ediliyor. Sadece yeni beton kütleleri ekleniyor adeta beyinlerimizi ve yüreklerimizi de betonlaştırır gibi. o yüzden bu sevinçli günü paylaştım tüm dost bildiklerimle.














     
   

13 Haziran 2014 Cuma

GİRİT BİR ADA MIDIR YALNIZCA

Girit, Ege'de bir ada mıdır yalnızca? Yoksa bir çok Egeli için memleket midir? Hep yakın gelirdi bana Girit ve Giritliler. Çünkü benim Giritli Ninem, Giritli İhsan Teyzem çocuk gönlümde iz bırakanlardandı. Onların tertemiz evleri, el işleri belleğimde kalmıştır ve bir de konuştukları sözcükler; anlamasam da hoşuma giden. 

Lozan Mübadilleri Vakfımız bu kez izmir'den Girit'e gezi düzenleyince ve sevgili Şule, İstanbul'dan geliyorum, birlikte gidelim deyince, Lale ve Seçkin hanım istedikleri halde özürleri çıkıp katılamayınca atladık uçağa ve kırk dakikada indik Heraklion/Kandiye Hava Alanı'na. 

İlk durağımız, Ayios Nikolaos'dı. Oradan sevgili Vakıf temsilcimiz Tanaş Cimbis'i alıp nefis manzarasıyla krater gölünde fotoğraf çektik. Ve hepimiz son günlerin Haziran'a benzemeyen bulutlu ve seller akıtan havasından sonra Girit'in Hellos'una kavuşmaktan mutluyduk doğrusu. Yoğun program nedeniyle Şule'yle içimizde kalan göl kenarındaki kahve hayaliyle 'kutsal taş' anlamına gelen Iera Petra'ya doğru yeniden yola koyulduk. 

Elounda'da ilk önce 'Spina Longa'  yani 'uzun diken' adasına  ya da 1950 lere dek cüzzamlıların tedavi edildiği adaya gidildi. Aslında yakın adalara düzenlenen turlardan biri de Barbaros Hayrettin Paşa'nın adı 'Pirate Barba Rossa' yani 'Kızıl Korsan' olarak geçen paşa'mızın adasınaydı. 

Uykusuzca ve sabah çok erken başlayan bir uçuşun ardından süren bu turlardan sonra Bella Petra'da yenen,  güzel sunumlu ve enfes lezzetli yemek hepimizin enerjisini yerine getirdi. Mayısta İstanbul'da izlediğimiz halk oyunları ekibinin üyeleriyle bir arada olmak ve halay çekmek de neşelendirdi bizi. Ve yemeğin en güzel yönlerinden biri de eski gezi arkadaşlarımızdan Reha Erekli ve eşi Sibel'le tüm yolculuk  boyunca süren kutsal masa arkadaşlığının ilkinin yaşanması ve hep aynı yılların insanları olarak benzer esprilerle gezi üyelerimizi  tanımaya çalışmamızdı. 

İlk günü hala bitiremediğimin farkındayım. Sevgili başkan Ümit Bey ve genel sekreter Sefer Bey bir arada olunca ikisinin de katkılarıyla bu yoğun yolculuğun bir sonraki durağı Iera Petra ya da 'kutsal taş' oldu. Ve akşam özellikle Reisdere ve Alaçatı mübadillerinin kurduğu derneğe konuk olduk. Nasıl da candan karşılandık ve ağırlandık her ziyarette olduğu gibi .  Sonra da genç bir çiftin yaptığı müziği dinledik kıyıdaki kafelerden birinde.

Ertesi sabah Kandiye'ye gittik önce. Kazancakis'in mezarını ziyaret ettik. Sadeliği ve üzerindeki yazısıyla bize 'Zorba' gibi bir filmin kitabını da armağan eden bu büyük yazarın ve felsefecinin mezar taşında 'Hiç bir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm' yazar  şehrin en yüksek tepesinde.





Ve çok görmek istediğim bir yerde Knossos Sarayı'ndayız bugün. Söylencelerin gerçeğe dönüştüğü bir yer burası. Labirentlerin doğduğu saray. 1500 den fazla odasını olduğu söyleniyor. Benim çok sevdiğim o incecik, zarif figürlerin bol kullanıldığı, başka bir deyişle estetiğin doğum yeri Minos uygarlığının tam ortasındayız...

Ana tanrıçaların doğum yeri de Girit. Sefer Bey'in eski arkadaşı Ömer Bey de 'Anadolu uygarlığının gözeleri Girit'tendir' diyerek son noktayı koyuyor. Minos uygarlığının eril rengi pembe, dişil rengi beyaz tüm duvar resimlerinde. Ertesi sabah gezdiğimiz Heraklion Müzesinde sergilenen mozaikler, küpler ve duvar resimleri hele takılar çok zarif gerçekten. Müze görevlileri de öyle. Bir gün önce İera Petra'nın müze görevlisinin öfkeli davranışlarının tam aksine 

Müzeden sonra Resmo'ya gidiyoruz. Mübadele öncesinde yoğun Türk nüfusa sahip bu şehirde Venedik ve Osmanlı etkisi çok yoğun.

                                                









 Kalesi ve limanı etkileyici.Ancak cunta döneminde pek çoğu yok edilmiş.

Ben bu gezide en çok Hanya'yı sevdim. Eski limanı İzmir'i anımsattı belki de. Bir de insanlar nasıl da candan ve güler yüzlü. Otelimizin karşısında Kapalı Çarşı, az ilerisinde Hünkar Camii.  Çan kulesi ve minaresiyle bir arada çok etkiledi beni. Sahilde eski evler. Yan yana daracık cepheleri , rengarenk çiçeklerle çevrelenmiş. Hele mübadeleden sonra devirdikleri minaresinin yokluğuna karşın gücünü koruyan Yalı Cami. Sahilde yenen yemekler... Hasanaki Meydanı'nın ulu çınarları, üzerlerine maniler kazınmış Girit bıçakları...

Dönüş yolunda El Greco'nun köyüne uğradık. Köyün yukarı kısmındaki müzede gencecik anne Christina'nın güzelliğinin
ışığı etkiledi herkesi. Neyse ki  ne Türkçe ne de İngilizceyi anlamadığından Sibel 'in ''Kızım gel, Türkiye'de dizi yıldızı olursun. '' önerisine karşılık veremedi. Onu yaşlıların bol makrome ördüğü köyünde bırakıp yola çıktık.



Evet, bir geziyi daha yaşadık Vakıfla. Girit, Samyotisa, rengarenk çiçekler, çok farklı ama çok renkli yolcular, lezzetli Girit mutfağı, iki ulusun birbirlerine sıcak yaklaşımı,son anda bize billur sesiyle şarkılar söyleyen sevgili Hülya hanım, kitaplarını yazarken dedelerini yeniden yaşatan Ferda hanım,  İzmir'de de Vakfı omuzlayan Taner Bey ve bu yolculuğa eşiyle birlikte katılan Sefer Bey, güler yüzüyle başkanımız Ümit Bey,tek tek isimlerini yazamadığım diğer arkadaşlar ve sevgili arkadaşım Şule ile dostluğumuzu paylaştığımız sevgili Erekliler ile daha nice gezilere ...