İki gün her şeyden kaçmak istedim ve Sakız'a attım kendimi. On iki yıl sonra yalnızca otuz altı saatlik bir ara nasıl iyi geldi onca karamsar haberlerden öncesi ve sonrasına dayanmak için.
Haziranda Girit'e gitmiştik ve yalnızca dört günlük bir tatilden sonra IŞID haberleri karşılamıştı gündemin baş köşesinde. Aradan geçen üç ay, Suriye sınırı ve savaş ve insanlık dışı görüntüler, haberler ve ölümler ve yağmalanan ülkemiz ve anlamamak ve okumamak...
Ben üstteki paragrafı da yazmayacaktım aslında ama beynimiz öylesine dolu ki olmuyor değinmeden.
Bu bir gezi yazısı, Çeşme'den ışıklarını seyrettiğimiz, artık hızlı feribotla on sekiz dakikada ulaşabildiğimiz Yunanistan'ın beşinci büyük adası Chios ya da kırsal anlamına gelen adıyla Hora ya da bizim Sakız adamız.
Ekim'in altısı, sakin bir deniz ve Çeşme limanına bilet almaya gidiyorum Ertürk ofisine. İnanın ben bu denli fazla araba park edildiğini görmedim liman tarafında. Ana yolun iki yönü, üstte Çiftlikköy yönü ve limana bakan evlerin arka yolu tümüyle dolu. ''Acaba geri dönsem mi?''' iç sorgulaması, ''Dönsen ne değişir ama gidersen yeni fotoğraflar ve bilgiler eklersin belleğine...'' ''Eh, bir ben mi fazlayım, haydi, gidiyorum.'' Ve tam da ofistekiler yolcu listesini gemiye yollarken son bir bilet kestiren ben. Yola çıkmadan e hafifledim; ruhum gezgin benim.
İki gündür Internet'i tarayarak tüm turları ezberlemenin yararını kırk dakika süren keyifli bir deniz yolculuğunun adından liman çıkışında gördüğüm 'Alsancak Turizm' etiketiyle yolcularını bekleyen genç turizmci sağladı doğrusu. Yanına yaklaşıp turlarında yer olmadığı için bireysel geldiğimi, günlük gezilerine katılıp katılamayacağımı sordum. Hemen sol eline alıp kalemi adımı not aldı ve bir solak olarak daha da bir rahatladım. ( bu tümceyi solaklar daha iyi anlar, yaşam sağ ellerini kullananlar için daha rahattır her tür toplumsal düzenlemede.) Liman çıkışı,biraz sola doğru yürürsem 'Kanaris Turu' bulabileceğimi ve oradan turlarına yolcu olabileceğimi söyledi.
Kanaris Tours çalışanları gayet anlaşılır İngilizce ve Türkçe bildikleri için bir gecelik otel rezervasyonumu hem de tam şehir merkezinde olmak üzere hızlı bir şekilde ayarladılar. Bendeniz, iyimser gezginin şansı daha da açıldı. Alsancak Turizm'in sahibi olan rehberimiz Kıvanç Bey (limandaki solak genç) iki gündür yoğun yolcu trafiğinden ve hep otobüsle konuk gezdirmekten bitkin düştüğü için otobüs fazlası biz yedi kişiyi konforlu bir minibüsle çıkardı Güney turuna.
İlk durağımız Mesta. Girişinde Ortaçağ Kalesi yazılı. Merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Daha sonra da göreceğimiz gibi bir kale köy olarak yapılmış, korsan saldırılarından korunmak için. Beşgen şeklinde inşa edilmiş ve her bir köşeye günümüzde ev olarak kullanılan gözetleme kuleleri yapılmış. Çok iyi korunmuş bir köy. Dehlizler ve üstten küçük, kapalı köprülerle (Lokos) birbirine bağlanmış evler ve sokaklar. Ve pencereler hep içe bakıyor korunma açısından. Mesta'nın böylesine sağlam kalışının en büyük nedeni 1881 büyük depreminden kayalık bir yapısı olduğundan ve mimarisinden ötürü dayanması. Ayrıca içinde çok değerli ikonaların bulunduğu Palaios Taksiarhis Kral Kilisesi de köy meydanına bakıyor.
Artık sıra Pyrgi'de. Merkeze 25 kilometre uzaklıktaki bu Güney köyü de Mesta gibi birbirine bitişik yapılar ve iç yöne bakan pencereleri, taş döşeli dar sokaklarıyla ve özellikle bu mevsimde balkonlarda sıra sıra iplere asılı kurutmalık domatesleriyle siyah beyaz ve kırmızı renkli bir yerleşim. Siyah ve beyaz rengin kaynağı, Cenovalılardan kaldığına inanılan sıva üzerine el oyması teknikle geometrik desenlerle bezenen Xsistalar. Köyde gördüğümüz hemen tüm yerli halk Eylülde biten toplama işleminden sonraki aşama olan ayıklama ile meşguldüler. Ben de damla sakızımı rehberimizin önerisiyle gençliğinde bir Türk kızına sevdalanıp evlenemeyen yaşlı amcadan aldım. Nedense minik sakız torbalarıma, kendiliğinden bir kaç parça daha sakız ekledi.
Sakız deyip geçmemek gerek. Bu azizler adasının neredeyse tüm tarihi sakız üretimiyle bağlantılı. Bir de efsanesi var ağacın. M.S. 250 yılında Romalılar tarafından öldürülen Aziz Isidoros'un ağlamasına dayanamayan ağaç da göz yaşını dökmeye başlar. İşte bugün elde edilen ürün o gözyaşları gibidir. Beş yaşından sonra ürün verip elli yaşında en yoğun durumuna geçiyor. zeytin gibi kadim bir bitki ve ölümüne yakın mutlaka bir sürgün bırakıp kendini yeniliyor.
Adada 250.000 sakız ağacının üçte biri 2012 Ağustos ayında başlayıp bir hafta süren büyük yangında yanmış. Güneydeki 21 köyde sakız üretimi yapılıyor. Biz bir zamanlar Cristof Colomb'un ailesinden gelenlerin de yaşadığı Pyrgi'den ayrılıp seramikleriyle ünlü Armolia'ya geçiyoruz. Ancak dükkanlar öylesine kalabalık ki ben kendimi hemen sakız ağaçlarının yanına atıyorum ve fotoğraf çekerken rehberimizi de dinlemeyi sürdürüyorum.
Saat öğle yemeğini bildiriyor. Bugün tam Greek tarzı yemeğe uymaktayım. Sabah yolda içtiğim kahve ve az krakerin ardından Emperios koyunun sakinliğinde soğuk adı gibi efsane Mythos birası, musakka ki çok lezizdi ve caciki. (LMV dostlarımın kulaklarını da çınlatıyorum bu arada.) Tur arkadaşlarım Fulya hanım ve eşi de bu seçime uyup memnun kalıyorlar. sırada volkanik taşlarıyla kaplı (lava stones) Mavra Volia plajına yürüyüş var. bu plajın taşları SPA merkezlerinde kullanılıyormuş. iki küçük örnek ve bol fotoğrafla oradan ayrılıp adanın 10 kilometre güneyindeki Karfas plajını da görüp turumuzu bitiriyoruz.
Akşam yemeğinde Seden'in önerisiyle Türk dostu Xthanti'nin yerindeyim. Bana uzosu ve özel hazırladığı Çipura filetosu, Greek salatasıyla eşlik ediyor. Yetmiş yaşındaki bu güçlü ada kadını yaşamının onbeş yılını A.B.D.'de geçirmiş. Aynen bizdeki gibi güçlü aile bağları ve eşinin babasının isteği üzerine adaya dönmüşler. Çevrede gördüğüm başları örtülü kadınların aileleri ve ceplerindeki bol miktarda Türk liralarıyla Sakız'a gelip kısa süre içinde Atina'ya geçtiklerini anlatıyor. Sırada kordonda oturup kahve ve İnstagram'a fotoğraf yükleme var.
Sabah erken kalkıp şehir turu yapıyorum. Tarihsel yapıları ve Mecidiye Camiini fotoğraflıyorum. Çarşısı küçük ama özelliğini korumuş. Ünlü reçelci Rena'nın dükkanını ve merkez parkını, insanların ve havanın sessizliğini seviyorum. Mastika SPA'dan az alışveriş. sıra kuzey turunda.
Kuzey turu Güney'in aksine büyük otobüsle ve yoğun bir katılımla virajlı yollarla başlıyor. Bu kez Atlas Turizm'in konuklarıyla ve tur sahibi Bahadır beyle geziyoruz. Sakız adası limana girer girmez bulduğumuz ücretsiz dağıtılan ayrıntılı Türkçe tanıtım kitapçığı gibi yüz yıl sonra yeniden kuşatmamız altında. Genç girişimci turizmciler bayram yoğunluğu ve yorgunluğunu bir arada yaşıyorlar.
UNESCO'nun koruması altındaki bu bin yıllık efsanevi tapınak görülmeye değer. tarihin karanlık sayfalarında yerini alan 1822 isyanı ve sonrası yaşananlar manastırın ek yapılarının birinde utanç veren buluntuları saklasa da görkemini ve söylencesini ve Bizans İmparatorluğuna açılan yolu tanımlayan üç keşişin bulduğu yalnız Meryem ikonuyla görülmeye değer. Metaora'yı görmüş biri olarak etkilendiğimi söylemem gerek.
Şimdi Anavatos yani ulaşılmaz anlamına gelen sarp bir tepede kurulmuş ve öyle kalmış hayalet köydeyiz. Adanın pek çok yerinde gördüğümüz taş yapılar ve dehlizlerle örülmüş bu köyün sakinleri isyanda yok olunca bugün yalnızca dört aileye ev sahipliği yapıyor. Gördüğüm tek köy sakini kadın astığı çamaşırlarıyla Ağrı Dağının eteğindeki köyde gördüğüm genç anneyi anımsattı bana. Köyün rengi çiçekler ve ağaçlar yaşamın izlerini veriyor.
Tarihin karanlığından bu gezideki ikinci solak, gülümseyen yüzüyle Sevil ve eşi Tamer Avgonima Köyünün enfes deniz manzaralı köy lokantasının masasına çağırarak neşelendiriyorlar beni. Tatlı bir sohbetin eşliğinde yenen oğlak eti iyi geliyor. Aldığımız köy peyniri ve armağan edilen Bora için sakladığım narla birlikte bu korunaklı köyden adanın merkezine ulaşıyoruz.
Artık dönüş zamanı. Homeros'un köyü, Citrus narenciye müzesi ve diğer müzeler bir sonraki sefere. Arayı uzatmamak gerek hemen karşımızdaki komşuyla.
Haziranda Girit'e gitmiştik ve yalnızca dört günlük bir tatilden sonra IŞID haberleri karşılamıştı gündemin baş köşesinde. Aradan geçen üç ay, Suriye sınırı ve savaş ve insanlık dışı görüntüler, haberler ve ölümler ve yağmalanan ülkemiz ve anlamamak ve okumamak...
Ben üstteki paragrafı da yazmayacaktım aslında ama beynimiz öylesine dolu ki olmuyor değinmeden.
Bu bir gezi yazısı, Çeşme'den ışıklarını seyrettiğimiz, artık hızlı feribotla on sekiz dakikada ulaşabildiğimiz Yunanistan'ın beşinci büyük adası Chios ya da kırsal anlamına gelen adıyla Hora ya da bizim Sakız adamız.
Ekim'in altısı, sakin bir deniz ve Çeşme limanına bilet almaya gidiyorum Ertürk ofisine. İnanın ben bu denli fazla araba park edildiğini görmedim liman tarafında. Ana yolun iki yönü, üstte Çiftlikköy yönü ve limana bakan evlerin arka yolu tümüyle dolu. ''Acaba geri dönsem mi?''' iç sorgulaması, ''Dönsen ne değişir ama gidersen yeni fotoğraflar ve bilgiler eklersin belleğine...'' ''Eh, bir ben mi fazlayım, haydi, gidiyorum.'' Ve tam da ofistekiler yolcu listesini gemiye yollarken son bir bilet kestiren ben. Yola çıkmadan e hafifledim; ruhum gezgin benim.
İki gündür Internet'i tarayarak tüm turları ezberlemenin yararını kırk dakika süren keyifli bir deniz yolculuğunun adından liman çıkışında gördüğüm 'Alsancak Turizm' etiketiyle yolcularını bekleyen genç turizmci sağladı doğrusu. Yanına yaklaşıp turlarında yer olmadığı için bireysel geldiğimi, günlük gezilerine katılıp katılamayacağımı sordum. Hemen sol eline alıp kalemi adımı not aldı ve bir solak olarak daha da bir rahatladım. ( bu tümceyi solaklar daha iyi anlar, yaşam sağ ellerini kullananlar için daha rahattır her tür toplumsal düzenlemede.) Liman çıkışı,biraz sola doğru yürürsem 'Kanaris Turu' bulabileceğimi ve oradan turlarına yolcu olabileceğimi söyledi.
Kanaris Tours çalışanları gayet anlaşılır İngilizce ve Türkçe bildikleri için bir gecelik otel rezervasyonumu hem de tam şehir merkezinde olmak üzere hızlı bir şekilde ayarladılar. Bendeniz, iyimser gezginin şansı daha da açıldı. Alsancak Turizm'in sahibi olan rehberimiz Kıvanç Bey (limandaki solak genç) iki gündür yoğun yolcu trafiğinden ve hep otobüsle konuk gezdirmekten bitkin düştüğü için otobüs fazlası biz yedi kişiyi konforlu bir minibüsle çıkardı Güney turuna.
İlk durağımız Mesta. Girişinde Ortaçağ Kalesi yazılı. Merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Daha sonra da göreceğimiz gibi bir kale köy olarak yapılmış, korsan saldırılarından korunmak için. Beşgen şeklinde inşa edilmiş ve her bir köşeye günümüzde ev olarak kullanılan gözetleme kuleleri yapılmış. Çok iyi korunmuş bir köy. Dehlizler ve üstten küçük, kapalı köprülerle (Lokos) birbirine bağlanmış evler ve sokaklar. Ve pencereler hep içe bakıyor korunma açısından. Mesta'nın böylesine sağlam kalışının en büyük nedeni 1881 büyük depreminden kayalık bir yapısı olduğundan ve mimarisinden ötürü dayanması. Ayrıca içinde çok değerli ikonaların bulunduğu Palaios Taksiarhis Kral Kilisesi de köy meydanına bakıyor.
Artık sıra Pyrgi'de. Merkeze 25 kilometre uzaklıktaki bu Güney köyü de Mesta gibi birbirine bitişik yapılar ve iç yöne bakan pencereleri, taş döşeli dar sokaklarıyla ve özellikle bu mevsimde balkonlarda sıra sıra iplere asılı kurutmalık domatesleriyle siyah beyaz ve kırmızı renkli bir yerleşim. Siyah ve beyaz rengin kaynağı, Cenovalılardan kaldığına inanılan sıva üzerine el oyması teknikle geometrik desenlerle bezenen Xsistalar. Köyde gördüğümüz hemen tüm yerli halk Eylülde biten toplama işleminden sonraki aşama olan ayıklama ile meşguldüler. Ben de damla sakızımı rehberimizin önerisiyle gençliğinde bir Türk kızına sevdalanıp evlenemeyen yaşlı amcadan aldım. Nedense minik sakız torbalarıma, kendiliğinden bir kaç parça daha sakız ekledi.
Sakız deyip geçmemek gerek. Bu azizler adasının neredeyse tüm tarihi sakız üretimiyle bağlantılı. Bir de efsanesi var ağacın. M.S. 250 yılında Romalılar tarafından öldürülen Aziz Isidoros'un ağlamasına dayanamayan ağaç da göz yaşını dökmeye başlar. İşte bugün elde edilen ürün o gözyaşları gibidir. Beş yaşından sonra ürün verip elli yaşında en yoğun durumuna geçiyor. zeytin gibi kadim bir bitki ve ölümüne yakın mutlaka bir sürgün bırakıp kendini yeniliyor.
Adada 250.000 sakız ağacının üçte biri 2012 Ağustos ayında başlayıp bir hafta süren büyük yangında yanmış. Güneydeki 21 köyde sakız üretimi yapılıyor. Biz bir zamanlar Cristof Colomb'un ailesinden gelenlerin de yaşadığı Pyrgi'den ayrılıp seramikleriyle ünlü Armolia'ya geçiyoruz. Ancak dükkanlar öylesine kalabalık ki ben kendimi hemen sakız ağaçlarının yanına atıyorum ve fotoğraf çekerken rehberimizi de dinlemeyi sürdürüyorum.
Saat öğle yemeğini bildiriyor. Bugün tam Greek tarzı yemeğe uymaktayım. Sabah yolda içtiğim kahve ve az krakerin ardından Emperios koyunun sakinliğinde soğuk adı gibi efsane Mythos birası, musakka ki çok lezizdi ve caciki. (LMV dostlarımın kulaklarını da çınlatıyorum bu arada.) Tur arkadaşlarım Fulya hanım ve eşi de bu seçime uyup memnun kalıyorlar. sırada volkanik taşlarıyla kaplı (lava stones) Mavra Volia plajına yürüyüş var. bu plajın taşları SPA merkezlerinde kullanılıyormuş. iki küçük örnek ve bol fotoğrafla oradan ayrılıp adanın 10 kilometre güneyindeki Karfas plajını da görüp turumuzu bitiriyoruz.
Akşam yemeğinde Seden'in önerisiyle Türk dostu Xthanti'nin yerindeyim. Bana uzosu ve özel hazırladığı Çipura filetosu, Greek salatasıyla eşlik ediyor. Yetmiş yaşındaki bu güçlü ada kadını yaşamının onbeş yılını A.B.D.'de geçirmiş. Aynen bizdeki gibi güçlü aile bağları ve eşinin babasının isteği üzerine adaya dönmüşler. Çevrede gördüğüm başları örtülü kadınların aileleri ve ceplerindeki bol miktarda Türk liralarıyla Sakız'a gelip kısa süre içinde Atina'ya geçtiklerini anlatıyor. Sırada kordonda oturup kahve ve İnstagram'a fotoğraf yükleme var.
Sabah erken kalkıp şehir turu yapıyorum. Tarihsel yapıları ve Mecidiye Camiini fotoğraflıyorum. Çarşısı küçük ama özelliğini korumuş. Ünlü reçelci Rena'nın dükkanını ve merkez parkını, insanların ve havanın sessizliğini seviyorum. Mastika SPA'dan az alışveriş. sıra kuzey turunda.
Kuzey turu Güney'in aksine büyük otobüsle ve yoğun bir katılımla virajlı yollarla başlıyor. Bu kez Atlas Turizm'in konuklarıyla ve tur sahibi Bahadır beyle geziyoruz. Sakız adası limana girer girmez bulduğumuz ücretsiz dağıtılan ayrıntılı Türkçe tanıtım kitapçığı gibi yüz yıl sonra yeniden kuşatmamız altında. Genç girişimci turizmciler bayram yoğunluğu ve yorgunluğunu bir arada yaşıyorlar.
UNESCO'nun koruması altındaki bu bin yıllık efsanevi tapınak görülmeye değer. tarihin karanlık sayfalarında yerini alan 1822 isyanı ve sonrası yaşananlar manastırın ek yapılarının birinde utanç veren buluntuları saklasa da görkemini ve söylencesini ve Bizans İmparatorluğuna açılan yolu tanımlayan üç keşişin bulduğu yalnız Meryem ikonuyla görülmeye değer. Metaora'yı görmüş biri olarak etkilendiğimi söylemem gerek.
Şimdi Anavatos yani ulaşılmaz anlamına gelen sarp bir tepede kurulmuş ve öyle kalmış hayalet köydeyiz. Adanın pek çok yerinde gördüğümüz taş yapılar ve dehlizlerle örülmüş bu köyün sakinleri isyanda yok olunca bugün yalnızca dört aileye ev sahipliği yapıyor. Gördüğüm tek köy sakini kadın astığı çamaşırlarıyla Ağrı Dağının eteğindeki köyde gördüğüm genç anneyi anımsattı bana. Köyün rengi çiçekler ve ağaçlar yaşamın izlerini veriyor.
Tarihin karanlığından bu gezideki ikinci solak, gülümseyen yüzüyle Sevil ve eşi Tamer Avgonima Köyünün enfes deniz manzaralı köy lokantasının masasına çağırarak neşelendiriyorlar beni. Tatlı bir sohbetin eşliğinde yenen oğlak eti iyi geliyor. Aldığımız köy peyniri ve armağan edilen Bora için sakladığım narla birlikte bu korunaklı köyden adanın merkezine ulaşıyoruz.
Artık dönüş zamanı. Homeros'un köyü, Citrus narenciye müzesi ve diğer müzeler bir sonraki sefere. Arayı uzatmamak gerek hemen karşımızdaki komşuyla.