Yüreğim yanıyor Cuma akşamından beri. Bir can daha yitirdik bu topraklarda. Belleklerimize, yüreklerimize Özgecan'ın ismini de yerleştirdik tüm acısıyla. Artık o da Ali İsmail gibi Berkin gibi, Güldünya gibi hani ta 70'lerden beri gencecik ölümlerle dolan toplumsal belleğimize eklenen bir simge oldu.
Medya çağında yaşayanlar olarak acılarımızı çok görünür şekilde paylaşır olduk. Kin, öç alma, idam, işkence sözcükleri eklendi o ceylan gözlü ölüme. Ben en çok geleceğin umutlarından birinin daha can vermesine yanıyorum. İnsanlıktan bu denli nasibini almamış, canavarlaşmışların her geçen gün çoğalmasına yanıyoruım. Özgecan'ın annesinin sözlerine, babasının yavrusunu son kez öpüşüne yanıyorum. Evrensel olmayı ad edinmiş bir kurumda okuyan, psikolog olmayı seçen bir gencecik canın böylesine vahşice katledilmesine yanıyorum.
Sakın rakamlara bakıp da bu kaçıncı cinayet demeyin. İçim o yüzden daha çok yanıyor. Küçücük çocuklar bile bu şekilde öldürülüyor, farklı kimliklerde yaşayanlar, toplumda farklılık yaratmak isteyenler, bu karanlığa yuvarlanışı görenler ya bedenen yok ediliyor, ya işkence görüyor ya da yasaklanıyor.
Okuduklarımdan yola çıkarak devletin ne için var olduğunu sorguluyorum. Bize dayatılan devlet baba kültürü her geçen gün daha çok kararıyor. Devlet baba başta kızları olmak üzere çocuklarını, gençlerini koruyamıyor. Korumak şöyle dursun, içtenlikle üzülemiyor. Yalnızca olanları gizlemeyi ve bizleri korumakla görevlendirdiklerini, bizlere şiddet kullandırarak öfke tohumlarını serpiyor durmaksızın. Her geçen gün biraz daha ölüyoruz. Yüreklerimiz dağlandıkça her geçen gün sevgimizi öldürüyorlar, insan olmanın en güzel duygusunu. Umutlarımızı yok ediyorlar, verdikleri görüntülerle. Göz yaşlarımızdan kırgınlık ve kızgınlık aktığı için arınamıyoruz.
Umuda yürümeyi seçenler çok çevremizde. Ama birlik duygusunu yitirmişiz. İdden kurtulup egoya geçenlerin pek çoğu orada kalıyor. Narsizm çıkmazında durmaksızın bölünüyoruz. Doğrularımızla onulmaz yanlışlar üretiyoruz.
Gelişmiş devletler sınıfında rol alan olaylara bakıyorum. Şiddet onların gündeminde de var. Ama siyasal oyunların dışındaki halk kütleleri birlik içinde karşı çıkışlarını silahların ve gazların gölgesinden uzakta ortaya koyuyorlar. Biz, ne kadar çoğalırsak o denli cezalandırılıyoruz. Az önce ekranda izledim. Yalnızca beş genç kız Özgecan'ın katlini kınamak için bir afiş asıyorlar diye çoğunluğu kadın polisler tarafından yaka paça götürüldüler İstanbul'da. Artık tereddüt etmeye bile hakları yok, boyunlarından tutulup zorlanmamak için.
Cinsiyete bakmadan yalnızca insan gibi yazmaya çalışsam da öylesine zorda kalıyorum ki son yıllarda yürütülen politikalar yüzünden. Bu toprakların Kibelesi'nin yalnızca üremeye aracı varlık olarak kodlanmasından ötürü. Halbuki Kibele yaşamdır, berekettir, geniş anlamıyla doğadır. Belki de o nedenle yalnızca insanı değil doğayı da katleder oldular en ilkel benlikleriyle.
Bugün Cumartesi olduğu gibi yine katılacağım Özgecan'ın canının hakkını arama eylemine. Haziran'a dek birlik olup insanca bir düzen yaratabilmek için elimden ne geliyorsa yapacağım.Sizi de beklerim. Hani demiş ya Karacaoğlan: ''Güzel sever diye isnat ederler-Benim haktan ÖZGE sevdiğim mi var?''
Medya çağında yaşayanlar olarak acılarımızı çok görünür şekilde paylaşır olduk. Kin, öç alma, idam, işkence sözcükleri eklendi o ceylan gözlü ölüme. Ben en çok geleceğin umutlarından birinin daha can vermesine yanıyorum. İnsanlıktan bu denli nasibini almamış, canavarlaşmışların her geçen gün çoğalmasına yanıyoruım. Özgecan'ın annesinin sözlerine, babasının yavrusunu son kez öpüşüne yanıyorum. Evrensel olmayı ad edinmiş bir kurumda okuyan, psikolog olmayı seçen bir gencecik canın böylesine vahşice katledilmesine yanıyorum.
Sakın rakamlara bakıp da bu kaçıncı cinayet demeyin. İçim o yüzden daha çok yanıyor. Küçücük çocuklar bile bu şekilde öldürülüyor, farklı kimliklerde yaşayanlar, toplumda farklılık yaratmak isteyenler, bu karanlığa yuvarlanışı görenler ya bedenen yok ediliyor, ya işkence görüyor ya da yasaklanıyor.
Okuduklarımdan yola çıkarak devletin ne için var olduğunu sorguluyorum. Bize dayatılan devlet baba kültürü her geçen gün daha çok kararıyor. Devlet baba başta kızları olmak üzere çocuklarını, gençlerini koruyamıyor. Korumak şöyle dursun, içtenlikle üzülemiyor. Yalnızca olanları gizlemeyi ve bizleri korumakla görevlendirdiklerini, bizlere şiddet kullandırarak öfke tohumlarını serpiyor durmaksızın. Her geçen gün biraz daha ölüyoruz. Yüreklerimiz dağlandıkça her geçen gün sevgimizi öldürüyorlar, insan olmanın en güzel duygusunu. Umutlarımızı yok ediyorlar, verdikleri görüntülerle. Göz yaşlarımızdan kırgınlık ve kızgınlık aktığı için arınamıyoruz.
Umuda yürümeyi seçenler çok çevremizde. Ama birlik duygusunu yitirmişiz. İdden kurtulup egoya geçenlerin pek çoğu orada kalıyor. Narsizm çıkmazında durmaksızın bölünüyoruz. Doğrularımızla onulmaz yanlışlar üretiyoruz.
Gelişmiş devletler sınıfında rol alan olaylara bakıyorum. Şiddet onların gündeminde de var. Ama siyasal oyunların dışındaki halk kütleleri birlik içinde karşı çıkışlarını silahların ve gazların gölgesinden uzakta ortaya koyuyorlar. Biz, ne kadar çoğalırsak o denli cezalandırılıyoruz. Az önce ekranda izledim. Yalnızca beş genç kız Özgecan'ın katlini kınamak için bir afiş asıyorlar diye çoğunluğu kadın polisler tarafından yaka paça götürüldüler İstanbul'da. Artık tereddüt etmeye bile hakları yok, boyunlarından tutulup zorlanmamak için.
Cinsiyete bakmadan yalnızca insan gibi yazmaya çalışsam da öylesine zorda kalıyorum ki son yıllarda yürütülen politikalar yüzünden. Bu toprakların Kibelesi'nin yalnızca üremeye aracı varlık olarak kodlanmasından ötürü. Halbuki Kibele yaşamdır, berekettir, geniş anlamıyla doğadır. Belki de o nedenle yalnızca insanı değil doğayı da katleder oldular en ilkel benlikleriyle.
Bugün Cumartesi olduğu gibi yine katılacağım Özgecan'ın canının hakkını arama eylemine. Haziran'a dek birlik olup insanca bir düzen yaratabilmek için elimden ne geliyorsa yapacağım.Sizi de beklerim. Hani demiş ya Karacaoğlan: ''Güzel sever diye isnat ederler-Benim haktan ÖZGE sevdiğim mi var?''