9 Haziran 2015 Salı

ANNEANNEMİ ANNEANNESİNİ ÖZLEYENLER İÇİN YAZDIM

Daha umutlu günlere başlarken en güzel çocukluk anılarımın pek çoğunu paylaştığım sevgili anneannemi anlatmak istedim bu sabah. İİk torun sevgisini benimle tadan ve kendi çocukluk anılarını tüm canlılığıyla anlatan Karadenizli ve evlenene dek yaşadığı Giresun'un bol yağmurlu yeşilinin bazen boğucu olduğunu anlatan anneanneciğim.

Babaannem, Şükrü ve Rauf  dedem hep mübadeleyle geldikleri için Anadolu doğumlu yalnızca anneannemdir aile ağacında. Daha sonra Mualla yengem anlatınca öğrendim ki anneannemin dedeleri de Batı Trakya'dan göç ederler, '93 Harbi' diye de bilinen Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Antalya'ya yerleşirler. Toprak sahibi aile rahat bir yaşam sürdürürler. Anneannemin babası Rahmi Bey ilk eşi Adife Hanım'la evlenir. Üç oğulları olur. Ancak Adife Hanım Balkan Savaşında biricik kardeşinin şehit haberi gelince üzüntüden ölür. 

Çok sevdiği eşinin ölümünden sonra kendini toparlayamayan Rahmi Bey, Antalya'da daha fazla duramaz ve Karadeniz'e Şebinkarahisar'a göç etmeye karar verir. Burada teninin beyazlığı nedeniyle 'Yoğurt  Nine' diye bilinen komşularının torunu Hafize Hanım'la evlenir. En büyükleri anneannem olmak üzere dört çocukları olur. Fatma, Enver, Kadriye ve Ertuğrul. O yıllarda Rahmi Bey midesinden rahatsızlanır ve dinlenmek niyetiyle eski bir Ermeni köyü olan Asarcık'ı satın alır. Terk edilmiş kilisesi ve evleriyle, yazları geçirdikleri bu köyün anneannemin anılarında ayrı bir yeri vardır. 

Rahmi Bey, 1923 yılında Giresun'un il olmasıyla oraya taşınır ailesiyle. Emekli olur ve büyük bir bakkal dükkanı açar ki anneanneciğime göre o dükkanda yok yoktur. Artık Giresun Çınarlar Mahallesinde üç katlı, panjurlu bir evde oturmaktadırlar. Sabahları semaverde demlenen çayın kokusuyla uyanır çocuklar.  Anneannem 1919 doğumludur. Ve genç Cumhuriyet'in ilk çocuklarındandır. Anaokuluna da gitmiş ilk çocuk şarkılarını orada öğrenmiş ve hiç unutmadan çocuklarına ve bana da öğretmiştir. Teyzem bu şarkılardan birini sevgili Gülrumuzun bildiğini anlatmıştı. 

Anneannem o yılların Giresun'unda denize de girermiş arkadaşlarıyla. Geceleri bile kadınlara ayrılmış sahil banyolarında deniz sefası yaptıklarını  eklerdi sözlerine. Babası sessiz sinema gösterimlerine de götürür, piyano eşliğinde oynatılan filmleri izlerlermiş. Anneannemin  'Raspa' dansı yaptığını, hatta  bir kez anneannemin onlar için dans ettiğini anımsıyor teyzem. Çocukluğunda yazları yaylaya (Asarcık'a) çıktıklarında topuk otu kızağı da yaparlarmış. O da ne derseniz; günümüzde nasıl çim kayağı varsa, kayak yapılan yerde kızakla da kayıldığı için anneannemler de mera hayvanlarının pek sevdiği topuk otuyla kaplı yaylalarda kızakla kayarlarmış. Çocukluğunda kar öylesine yoğun yağarmış ki komşularına bile ulaşmak için karda tünel kazarlarmış. Eh, karda kızağa  alışkın olduklarından yazları da kaymadan duramazlarmış. 

Anneannem arkadaşlarını anlatırken isimleri bana çok ilginç gelirdi. Benim hiç Kiraz ve Ayna isimli arkadaşım yoktu ama onun en iyi arkadaşlarıydı Kiraz ve Ayna. Çok gülerdim o isimlere. Şimdi düşünüyorum da Kiraz Giresun'un antik çağ adına bir göndermeydi belki. Ve hiç göremediği çocukluk dostlarını kim bilir nasıl özlüyordu Tire'nin yeşil Güme dağlarına bakarken.

Bir ilginç anı da soyadı yasasının çıktığı günlerinden. Tahrirat katibi, okumayı seven Rahmi Bey özkitapçı olarak seçer aile ismini. O yıllarda çok sık rastlanan bir hata ile Özkütükçü diye yazar nüfus memuru. Yani kitap yerine ham maddesi olur soyadları. Neden değiştiremezler? O da ayrı bir soru.    

Nakış işleyen menekşe gözlü güzel Fatma'ya görücüler gelir. Hiçbirine evet demezken, 19 yaş büyüğü Rauf Bey'in  isteği kabul edilir ve modern Cumhuriyet'in şapkalı kızı özenle hazırlanmış çeyiziyle Tire'ye gelin gider. Artık Karadeniz'in boğucu yeşilinden Ege'nin verimli ovasına yol almaktadır .

Rauf Dedemin  öyküsünde yazdığım gibi gemi yolculuğu sonrası karaya inerlerken taşıyıcıların dikkatsizliğiyle kırılır tüm porselenleri. Sonra da dedemin verdiği  o romantik sözleri yerine getirememesinden kırılır gencecik yüreği.

Yıllar geçer, anneannemin Gülsen'i, Ruşen'i ve Altan'ı doğar. Tire'nin en verimli ve lezzetli sebzelerinin yetiştiği Rauf Bey'in bahçesinin hanımıdır. Önce Kurtuluş Mahallesi, sonra bahçenin içindeki Kule ev ve ömrünün sonuna dek yaşayacağı Rauf Bey'in kahve, fırın ve berber dükkanının üst katını kaplayan ulu çınarın gölgesindeki evde yaşam sürer. 

Anneannem benim için yalnızca son evinde vardı. Her gidişimde içimi bir sevinç kaplardı. Ne de olsa dört yaşıma doğru abla olmuş, birdenbire büyüdüğümü hissetmiştim. Anneannemdeyken, evin tek kraliçesi bendim hala. Salondaki büyük kare masanın altına kurduğum evimde istediğim gibi nazlanır, Mülkiye'den yaz tatiline gelen teyzemin getirdiği birbirinden güzel oyuncaklarla oynar, dayımla gezmeye gider dim. Ve bahçede beslenen ineklerin sütünden anneannemin elleriyle yaptığı peynir, tereyağla ve dedemin tenekeyle aldığı çok lezzetli balla ve de evin altındaki fırında pişen Tire'nin ünlü tatlı maya ekmeğiyle yaptığımız sabah ve akşamüzeri kahvaltılarının tadı tüm canlılığıyla belleğimdeki yerinde saklıdır.

Anneannemin müthiş bir 'Radyo dergisi'  koleksiyonu vardı. O siyah beyaz fotoğraflarla süslü dergileri okumayı öğrendikten sonra okumak ne çok hoşuma giderdi. Perihan Altındağ Sözeri, Muzaffer Sarısözen isimleri de o sayfalardan aklımda. Sarı pirinç karyolalı yatak odasının,kurutulmuş sarı kantaron çiçeğiyle dolu vazosu ve yeşil dağlara bakan penceresinin önündeki dantelli divanında otururken radyodan gelen müziğin eşliğinde nasıl bir sakinlik ve huzur yayılırdı. 

Benim rahatım eve İstanbul ve Giresun'dan dedemin ablaları büyük halalar gelip de bir kaç ay kalınca kaçardı. Çünkü misafirler evin en büyükleri olarak her türlü ayrıcalığa sahipti. Çok da ağır ve ciddiydiler. Biz de dayımın plaklarını dinlerdik evin teras bölümünde. Bu kez bendeniz bir müzik devrimi yaşar, onlu yaşların başında Erol Büyükburç, Alpay ve Cem Karaca'nın müziklerinin tadına varmaya başlardım.  Hele dayımla gittiğim ilk açık hava konserinde Erol Büyükburç'u dinlerken nasıl coşup tüm şarkılarına eşlik ettiğimizi hiç unutamam.

Sevgili anneannem, işlemeli keten perdeli, bol begonyalı evini dedemi kaybedip dayımı askere yollayınca bırakıp Ankara'ya o sırada OYAK Genel Müdürlüğünde işe başlayan teyzemin yanına taşındı.

Ben de iki aylık Ankara tatilimi iki sevdiğim insanla geçirdim. Anıtkabir'e yakın Maltepe'deki evde geçen günleri 'Teyzemle Ankara' yazımda anlattığım için pek yinelemeye gerek yok. Ama bir kez daha anneanneciğimle Anıtkabir pikniklerimizi ve o sırada nişanlı olan teyzemle eniştemin her buluşmalarında eniştemin getirdiği çikolataların tadını bir kez daha yazmadan duramayacağım.  

Teyzemin ev sahibi o zamanın sağlık bakanı Mustafa Özkan'dı. O yılların bakanları gayet sade döşenmiş evlerinde oturur ve ayrıcalıklı konumları göz önünde olmazdı. Annesi de anneannemin iyi komşusuydu. Birlikte sohbet ederler, sabah kahvelerine giderlerdi. Teyzemin yakın arkadaşı Hamiyet Ablanın annesiyle çıktıkları pazarlardan memnun değildi yalnızca anneannem. Tire'deki bereketli bahçelerinin özlemini çekerdi. Eniştemlerin Yenimahalle'deki bol meyve ağaçlı bahçeli evlerine gitmekten ikimiz de keyif alırdık. Ben arkadaşlarımla buluşmaktan, anneannem de dalından koparılmış meyveleri tatmaktan.  Eh, bir de Cevdet Hanım Teyzenin nefis yemekleriyle donatılmış sofrasında hep birlikte yemek yemekten. 

Anneannem iki yıl sonra evine döndü, can dostu, bacısı İhsan Hanım Teyze'ye ve bizlere kavuştu. Dayım evlendi. Artık altı tane kız torunu vardı. Bir de oğlum Barış doğunca ilk torun çocuğunu görmenin sevincini yaşadı. Sonra dayımın çocuklarına yakın yaştaki kızım Başak'ın ve biricik yeğenim Akgün'ün. 

Artık yaşlanıyor, bol bol Kuran okuyor, tüm oruçlarını tutuyor, bizlerle her buluşmasında nazar duası yapıyordu. Gül küpeleri hep kulaklarındaydı. Ve saçlarını hiç bir zaman boyasız bırakmaz, sokağa çıkarken ipek eşarplarıyla örter, yazları Kuşadası'nda biraz annemlerde, çoğunlukla dayımlarda kalır, komşularıyla görüşmeye hep devam ederdi.

Göz tansiyonu, romatizma ve böbrek rahatsızlıkları vardı. Annem ilaçlarıyla ilgilenir, doktor kontrollerini yaptırırdı. Seksen yaşının ortalarına doğru üç gün yattı ve bir daha kalkamadı. Kimseyi üzmeden, tüm çocukları ve torunları başındayken Karadenizli Fatma Hanım bir sevgililer gününde tüm özlediklerine kavuştu. 

Canım anneannem, hep ışıklar içinde yat. Nur yüzlüm diye sevdiğin ilk torunun bu satırları yazarken seni ne çok sevdiğini bir kez daha yineliyor  ve öykünü anneannesini tüm özleyenlere gönderiyor.