Doğduğumuz günü kutlamayı neden severiz pek çoğumuz? Yaşamı kutsarız belki kendimizce; ya da sevdiklerimizce anımsandığımız için olabilir. Çocukluğumuzdaki doğum günlerimiz gelir aklımıza. Belki de özel bir güne rast gelmiştir dünyaya gelişimiz. Benim için tümü geçerlidir bunların.
Doğduğumuz günün anıları anlatılır hepimize, başka birinin öyküsü gibi dinleriz. Bizim kuşağımızın yalnızca siyah beyaz fotoğrafları vardır, bebekliklerini görebildikleri. Ve o bir kaç fotoğraf belleğimize saklanır, kalır bir ömür boyu.
Benim için aldığım her nefes çok değerli olduğundan, ilk nefes aldığım günü farklılaştırmaya bayılırım. Yaşama sevincim pekişir tüm gün boyunca. Nerede olursam olayım yeni bir şey armağan ederim kendime. Genelde bir kitap ya da bir CD olur seçtiğim. Bu arada yıllardır sevgili arkadaşım Şükran'ın seçtiği bir kitap beni bekler, ilk sayfaya yazdığı içten dilekleriyle. Bazı yıllar tek başıma sevdiğim bir yere gider, fotoğraf çekerim.Sevgi dolu kalabalıklarda da kutladığım çok olmuştur.
Kutlanmak da yüreğimde çiçekler açtırır. İletiler güzel sözcüklerle doludur ve kanat takar benliğime. Hele benim gibi eğitimciyseniz, elinizden geldiğince emek verdiğiniz öğrencilerinizin geçen yıllara bakmadan daha dün yanınızdan ayrılmış gibi yazdıkları coşkulandırır her bir sözcüğü okuduğunuzda.
Ağustosun 26'sında doğmuş olmanın kıvancını okumayı öğrendikten sonra daha bir kavradım. Hep Atatürk'ümüzün Afyon Kocatepe'de düşünürken çekilmiş fotoğrafı gelir oldu gözümün önüne. Ne denli önemli bir tarihti Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızda. O günün koşulları ve mücadelelerine olan inançları hep kıvançlandırdı beni.
Sevgili kuzenim zafer ağabeyimle de aynı gündü dünyaya gelişimiz. Beş yaş büyük ağabeyimle her yaş günümüzde birbirimizi arar, aynı gün kutlamanın tadını çıkarırdık şakalaşarak. Bu yıl yoksun kaldım onun sesinden sonsuz yolculuğuna çıkınca ansızın...
Ah, bir de çocuksu neşesi vardı doğum günümün. En eski arkadaşımla bir gün arayla doğmuştuk. Sırayla kutlardık yeni yaşlarımızı. Ayrı yerlerdeysek yaz tatilinde olduğumuzdan ertelerdik yeni yaşımıza girmeyi bir güzel; ta ki bir araya gelene dek.
Anılara dalınca unutamadığım doğum günlerim gelir usuma. Tüm büyük aile yemekleri, Kuşadası'nda annemin birbirinden leziz yemekleriyle, babamın günler öncesinden hazırladığı armağanlarıyla, Gülruş'umun billur sesiyle, o güzelim aile fotoğraflarıyla; yıldan yıla çocuklarımın büyüdüklerini bizim olgunlaşmamızı yansıtan...
Ve iki yıldır hem bir çocuk gibi hissediyorum yeni yaşımı, hem de torunumun varlığıyla kutluyorum doğum günümü.İlk anda çok zıt gelse de ikisi de benim aslında... Her geçen yaşımda hayat daha bir değerli, değerlerim daha önemli,yaşadığımız olaylar daha bir yürek acıtıcı, beyinlerimizdeki parmaklıklar daha bir karanlık gelse de yaşama sanatında rol almayı çok seviyorum elimden geldiğince...
28 Ağustos 2012 Salı
15 Ağustos 2012 Çarşamba
CAN DOSTLARI KİTAPLAR
Kitap okumak herkes için farklı anlam taşır. Benim içinse bir çiçeğin can suyu gibidir okumak. An gelir kabuğuma çekilir, tüm gün boyu bir kitabı elime alır, bitirmeden bırakamam: sonra da beslenmiş, dirilmiş güne karışırım yeniden. Kitaplar güç verir, yeni pencereler açar ve yaşadığımız dünyayla, çevremizdeki insanlarla empati kurmamı sağlar.
Yaz boyu yollardaydım çoğunlukla. Belki karşıdan bakınca; ''Ne güzel yerlere gidiyorsun, elimizde olsa biz de senin gibi yapardık.'' diyenler çoktur; ancak her yolculuk belki de evi daha çok özletir insana. Evin duvarları sığınak olur yorgun ruhlarımıza.
Bu ülkeyi seven ve bir ana yüreğiyle korumak, geliştirmek isteyen her birey gibi, haberler ve okuduğum makalelerin yorgunluğunu kitaplarım ve okurken bana eşlik eden müziğimle atabiliyorum büyük ölçüde.
Son altı günde tam beş kitap bitirdim. Hızlı okuma alışkanlığımın payı çok bu süreçte, doğal olarak. Hızlı okumak derken, aklıma gelen çocukluk anımı anlatmadan geçemeyeceğim. On yaşında Ankara'da teyzemin ve anneannemin yanında yaz tatilimi geçiriyordum. Arada bir babamın kuzenleri İnci ablam ve Hamdi ağabeyimin henüz bir yıllık yuvalarına da konuk oluyordum. İnci Ablam, ilkokul öğretmeniydi. O sıralar, Ankara'ya yeni dönmüş bir diplomatın benim yaşımdaki kızına ders veriyordu. Hızlı okuma çalışmaları da günlük alıştırmalarından biriydi. İzlerken ben de katılır, dakikada kaç sözcük okuduğumu sayardım. Belki de İnci Ablam bana bu hızı kazandırdı o zamanlar. Buradan kendine olan teşekkür borcumu da iletmiş olayım.
Okumayı öğrendiğimden beri elime geçen hemen her şeyi okudum diyebilirim. İlkokul dönemimdeki 'Doğan Kardeş' dergileri ve Yapı Kredi'nin bir kültür hizmeti olan çocuk klasikleri unutulmazlarım arasındadır. Ancak 'Doğru Belgin' olarak o zamanın çok sevilen çizgi romanları Tom Miks ve Texas okuyanlara kınayan bakışlar atardım. Yalnızca Red Kid bu kınamanın dışındaydı. Köpeği Rin Tin Tin'le maceralarını elime geçerse kaçırmazdım. Jules Verne romanları düş kurma gücümü genişletir, geleceğe özgü yeni imgeler yaratırdı. Mark Twain'in 'Tom Sawyer' ve 'Huckleberry Finn' kahramanları, yaramaz da olsalar çocukların aslında çok iyi ve yardımsever olduklarını öğretirdi. 'Pollyanna' ve 'Küçük Kadınlar' dönüp dönüp okuduğum kitaplardı. 'Heidi' ile doğayı sevmeyi o yaştan benimsemiştim,'Tom Amca'nın Kulübesi' ile ırk ayrımcılığına karşı olmayı...
Sonra ortaokul yılları ya da buluğ çağı... Yaşama farklı bakma dönemi. Bu kez 'Varlık' kitapları girdi kitap dünyama. Tüm Rus ve Fransız klasikleri 14 yaşında yenip yutulmuştu tarafımdan. Arada bir romantikleşmenin etkisiyle Barbara Cartland okuduğumu da yadsıyamam doğrusu.
Ve lise yılları. Ben büyürken, Türkiye'de değişiyordu. Evde darbelere inat Ruhi Su dinlenirken, köy yazını ağırlık kazanıyor, bir yandan Fakir Baykurt ve Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların kitapları bitiriliyor ve şiirler, öyküler onların etkilerinde yazılıyordu kendimce. Öte yanda Nazım şiirleri belleğime kazınıyordu gizliden.
Yıllar böyle geçti. Biyografiler, çeşitli uluslardan gelen yazarlar, ozanlar kitaplığıma ve belleğime doluştular birer birer. Güney Amerika yazınını da çok sevdim o yıllarda. Ve başkaldıran tüm edebiyatçıları...
Öğretirken, öğrenmeyi hep çok sevdim. Bilge duruşlarıyla yazanlar ve dayananlar hep destek oldu düşün gücüme. Belki çok sistemli okumadım ama hep okudum. Günümüzde de bir çok insan gibi insan okuyarak ve yazarak kimliklerini koruyabiliyorlar. Ve hep çocukların, tüm çocukların okumayı unutmadan, aydınlık yüzlerle, müziği severek, yastıklarının altında kitaplarla uykuya dalmalarını düşlüyorum. Çok yakında bir gün, o güzelim kitap kokusunun yerini e-kitapların alacağını bilerek...
Yaz boyu yollardaydım çoğunlukla. Belki karşıdan bakınca; ''Ne güzel yerlere gidiyorsun, elimizde olsa biz de senin gibi yapardık.'' diyenler çoktur; ancak her yolculuk belki de evi daha çok özletir insana. Evin duvarları sığınak olur yorgun ruhlarımıza.
Bu ülkeyi seven ve bir ana yüreğiyle korumak, geliştirmek isteyen her birey gibi, haberler ve okuduğum makalelerin yorgunluğunu kitaplarım ve okurken bana eşlik eden müziğimle atabiliyorum büyük ölçüde.
Son altı günde tam beş kitap bitirdim. Hızlı okuma alışkanlığımın payı çok bu süreçte, doğal olarak. Hızlı okumak derken, aklıma gelen çocukluk anımı anlatmadan geçemeyeceğim. On yaşında Ankara'da teyzemin ve anneannemin yanında yaz tatilimi geçiriyordum. Arada bir babamın kuzenleri İnci ablam ve Hamdi ağabeyimin henüz bir yıllık yuvalarına da konuk oluyordum. İnci Ablam, ilkokul öğretmeniydi. O sıralar, Ankara'ya yeni dönmüş bir diplomatın benim yaşımdaki kızına ders veriyordu. Hızlı okuma çalışmaları da günlük alıştırmalarından biriydi. İzlerken ben de katılır, dakikada kaç sözcük okuduğumu sayardım. Belki de İnci Ablam bana bu hızı kazandırdı o zamanlar. Buradan kendine olan teşekkür borcumu da iletmiş olayım.
Okumayı öğrendiğimden beri elime geçen hemen her şeyi okudum diyebilirim. İlkokul dönemimdeki 'Doğan Kardeş' dergileri ve Yapı Kredi'nin bir kültür hizmeti olan çocuk klasikleri unutulmazlarım arasındadır. Ancak 'Doğru Belgin' olarak o zamanın çok sevilen çizgi romanları Tom Miks ve Texas okuyanlara kınayan bakışlar atardım. Yalnızca Red Kid bu kınamanın dışındaydı. Köpeği Rin Tin Tin'le maceralarını elime geçerse kaçırmazdım. Jules Verne romanları düş kurma gücümü genişletir, geleceğe özgü yeni imgeler yaratırdı. Mark Twain'in 'Tom Sawyer' ve 'Huckleberry Finn' kahramanları, yaramaz da olsalar çocukların aslında çok iyi ve yardımsever olduklarını öğretirdi. 'Pollyanna' ve 'Küçük Kadınlar' dönüp dönüp okuduğum kitaplardı. 'Heidi' ile doğayı sevmeyi o yaştan benimsemiştim,'Tom Amca'nın Kulübesi' ile ırk ayrımcılığına karşı olmayı...
Sonra ortaokul yılları ya da buluğ çağı... Yaşama farklı bakma dönemi. Bu kez 'Varlık' kitapları girdi kitap dünyama. Tüm Rus ve Fransız klasikleri 14 yaşında yenip yutulmuştu tarafımdan. Arada bir romantikleşmenin etkisiyle Barbara Cartland okuduğumu da yadsıyamam doğrusu.
Ve lise yılları. Ben büyürken, Türkiye'de değişiyordu. Evde darbelere inat Ruhi Su dinlenirken, köy yazını ağırlık kazanıyor, bir yandan Fakir Baykurt ve Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların kitapları bitiriliyor ve şiirler, öyküler onların etkilerinde yazılıyordu kendimce. Öte yanda Nazım şiirleri belleğime kazınıyordu gizliden.
Yıllar böyle geçti. Biyografiler, çeşitli uluslardan gelen yazarlar, ozanlar kitaplığıma ve belleğime doluştular birer birer. Güney Amerika yazınını da çok sevdim o yıllarda. Ve başkaldıran tüm edebiyatçıları...
Öğretirken, öğrenmeyi hep çok sevdim. Bilge duruşlarıyla yazanlar ve dayananlar hep destek oldu düşün gücüme. Belki çok sistemli okumadım ama hep okudum. Günümüzde de bir çok insan gibi insan okuyarak ve yazarak kimliklerini koruyabiliyorlar. Ve hep çocukların, tüm çocukların okumayı unutmadan, aydınlık yüzlerle, müziği severek, yastıklarının altında kitaplarla uykuya dalmalarını düşlüyorum. Çok yakında bir gün, o güzelim kitap kokusunun yerini e-kitapların alacağını bilerek...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)