25 Ağustos 2014 Pazartesi

YENİ BİR YAŞA DOĞRU

Yeni bir yaşa doğru yol alırken bitirdiğim yaşıma bir güzelleme yazayım, sağlıklı ve sevdiklerimle geçirdiğim her gün, aldığım her nefes için şükretmeliyim diye düşünüp aldım klavyeyi elime dokundum tuşlara... Ah, benim şu burcumdan mı, genlerden mi yoksa görüş açımdan mı geldiğini ( belki de hepsinin de payı var) çözemediğim tüm protest düşünceler üşüştü satırlara.

''Artık sevdiklerinle ve sağlıklı olsan bile yaşadığın toprağa yabancılaşıyorsun günden güne ki, bu insan yaşamında çok etkin bir olgu. Hele ki sosyal demokrasiye inanan bireyler olarak otokratik bir yönetimin günden güne kasırgaya dönüşen hızında kelaynaklar gibiyiz.'' dedim kendime.

Sonra kelaynaklar hakkındaki son bilgilere ulaştım; 1982 yılında sadece 17 kelaynak kalmışken  günümüzde bu sayı 83 olmuştur. Eh, demek ki daha umut var. Yalnız onlar düzenli korumaya alındıkları için çoğalıyorlar, ya biz?

Yasaların işlemediği bir toplum olduk yıllardır. Ve son zamanlarda sistemsizliğin sisteme dönüştüğü, gösteriş ve bir takım sahte parıldamaların her değerin üstünü kapladığı sisli bir ortamda yaşamaya alıştırıldık.

Kolayımıza geldi bu sahtelik aslında. Her nereye gitsek sosyal medya aracılığıyla dünya parmaklarımızın ucunda. Lütfen bir anımsayın ilk Facebook kullanımlarınızı. Ne güzel gelirdi, eski arkadaşlarımıza (ve öğrencilerime) ulaşma coşkusunu yaşamak. Bol müzik ve fotoğraflar paylaşılırdı. Günümüzde yüz yüze  ya da telefonda konuşma ve günlük menü ve giysilerimizi yazdığımız ve gösterdiğimiz  arada 'Bahattin' çizgileri ve az da olsa orantısız zeka yaratıcılığıyla gülümsediğimiz bir ortam oldu. 
Eleştirsem de yalnız hissettiğim ve günceli yakaladığım bir köşe benim için de. 

Instagram, ilk başta fotoğrafa dayandığı için çok benimsediğim bir sanal bölümdü. O da eski saflığını yitirse de çok hoş fotoların görülebileceği bir ortam.

Twitter başta cikciklese de 'Gezi' ve 'Kapatma' günlerinin en değerli anısı olarak ve ana akım medya dışında farklı bilgilere ulaşabilme kolaylığını sağlıyor bize.

Niye yeni bir yaşın eşiğinde bunları önemseyip yazıyorum. çünkü teknolojiyi kullanmayı hepimiz fazlasıyla benimsedik ve sanal dostlukların paradoksundaki yalnızlığımızda sorgulamayı unutur olduk. Özçekimler  artarken günden güne özeleştiriler yüreklerimizde kilitli kaldı. 

Yıllanmanın olgunluğuna erişmeye çalışırken, sadeleşmeye uğraşırken yalnızca doğa mutlu ediyor beni. Sessizlik, gökyüzü, suyun sakin şırıltısı, ufacık bir çiçeğin tomurcuğu ve saf gülümsemeleriyle çocuklar. Beton yığınlarının ortasında yaşamalarına karşın doğayı kurtarmak için yapılan tüm gönüllü çalışmalar inadına yaşamak için güç veriyor.

Yine de iyiki doğmuşum, kendimce uğraş vermişim ve aldığım her nefesin, sevdiklerimin değerini bilmişim ya bu karanlık da geçer, güneşe koşarız hep birlikte ve barış da başak verir bir gün...


6 Ağustos 2014 Çarşamba

AÇIK VE ACİL 10 AĞUSTOS ÇAĞRISI

Bu yazı diğerlerinden çok farklı. Çünkü ülkemiz 10 Ağustos seçimleriyle bir rejim değişikliğine en keskin şekilde yol alabilir. Ve bunun tek sorumlusu oylarımızda yapacağımız tercihlerimiz nedeniyle biz olacağız. Ve ben bu ufacık bir katkı da olsa bu yazıyı yazmak zorunda hissediyorum kendimi.

Gelişmiş, demokratik ve çağdaş görüntüdeki ülkelerden çok farklı bir seçim süreci yaşıyoruz. Büyük çoğunluğumuz gönlündeki adayı bulamadığı için ikilemde. OY VERMEK YA DA VERMEMEK, OY VERSEK DE HANGİSİNE VERECEĞİMİZİ KESİNLEŞTİREMEMEK.

78 kuşağı bireyi olarak bu ülkede yalnızca iki kez kısa süreli düşler yaşadım. İlki Ecevit'in 'Karaoğlan' dönemiydi. 73 seçimlerinde oy veremesem de bir toplumsal coşku yaşadım. 'Umudumuz Ecevit' günleriydi. İsmail Cem TRT  genel müdürü olmuştu. Ve bir ulus televizyon aracılığıyla da kültür birikimi sağlayabiliyordu. Genç kuşağın anlayamayacağı kadar uygarca söylemler geçerliydi. Ve o düş yalnızca bir yıl sürdü. Daha sonrası tavizler başladı. 

İkinci ütopya 2013 Haziran günleriydi. 'Gezi' bizlere bu ülkenin hala hoşgörülü ve uzlaşıyla bir araya gelebileceğini gösterdi. Ancak iki hafta sonunda nasıl 2007 cumhuriyet mitinglerinin sonunda tüm kurumlarımız dağıtıldıysa 2013 Haziran ortalarında da TOMAlarla dağıtıldık. Kin ve intikamla yönetilmeye başladık.

İşte bu günler, yerel seçim sonuçlarıyla umutsuzluğa sürüklendiğimiz ayların son umut kırıntılarından kocaman bir sınava girmeye hazırlandığımız son üç gün. 

Kesinlikle adaletsiz, kısa bir kampanya dönemi bitiyor. Ümmetin adamı günden güne sertleşen taktikleriyle oynadığı futbol gibi Anadolu'nun kadim topraklarına en keskin vuruşunu yapmak için bağırıp çağırıyor.

İkinci aday, CHP'nin ilk başta hepimize uzak görünen adayı, bilim insanı oluşundan gelen avantajıyla sakin ve ağırbaşlı konuşmasıyla bizleri de uzlaşmaya çağırıyor.

Üçüncü adaysa aslında en tutarlı ve yenilikçi konuşsa ve görünse de bu ülkeye barış getirecek mi sorusunu sorduruyor. Çünkü yıllardır İmralı'nın savunmasında. Ve yaşanan onca acıyla nasıl başa çıkacak acaba? 

Adaylar bu denli farklı olunca seçmenler de o denli bölünüyor. 

PEKİ, NE YAPMALIYIZ?  ARTIK HEPİMİZ SESSİZLİK, OLGUNLUK VE UZLAŞMA İSTİYORUZ.
ŞU ÇILGIN TÜRKLER artık kendilerini  göstermeli, her şeyden önce oy kullanmalı, Ağustos sıcağında seçim yapana inat.

Verdikleri oylarla ya savaşı ya da barışı seçmeli. Herkesin inancına saygı duyacak olgunlukta görünen adaya oy vermeli, tam olarak desteklemese de.

YOKSA, YA YENİ TÜRK İSLAM CUMHURİYETİ'NİN  YA DA HER İKİ TARAFIN DA KAYIPLARINI UNUTAMADIĞI BİR DÖNEMDE OLDUĞUMUZ İÇİN İÇ SAVAŞA SÜRÜKLENECEĞİMİZİ BİLMELİ.

Eğer görece sakin ve hoşgörülü bir ortama kavuşursak yeniden ruh sağlığımıza da kavuşur ve gelecek yıl daha iyi seçimler yapabiliriz.    

LÜTFEN İYİ DÜŞÜNÜN...