24 Kasım 2012 Cumartesi

ŞÜKRAN HOCAMIN SESİ VE SEVGİLİ MESLEĞİM

Biraz önce Şükran Hocamı aradım, o tatlı sesiyle yanıtladı, uzun uzun konuştuk çok sevdiğimiz mesleğimiz üzerine. 
Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin en kıdemli ve benim için en değerli eğitimcisi Şükran Hanım. Tüm yaşamını öğretmeye adamış ve tam 56 yıl emek vermiş gerçek bir öğretmen.Bana ve sınıf arkadaşlarıma yöntembilim ve dilbilim öğreten sevgili öğretmenim.Yalnızca ders vermekle kalmadı, öğretmenliğimin ilkelerini de oluşturdu yaşamımda. O yüzden yaşadığım sürece hep adı gibi anımsıyorum ve anımsayacağım onu. Söz verdim öğretmenime, buluşacağız yakında.

Dokuz yıllık bir aradan sonra, iki çocuklu bir anne olarak genel afla dönmüştüm öğrenciliğe, öğrenme sevgisi ve öğretme umuduyla. İlk günlerin zorluğu sınıf arkadaşlarımın yakınlığıyla atlatılmış, derslerime vermiştim kendimi olanca gücümle. Üç yıl göz açıp kapatırcasına geçmiş ve İzmir Anadolu Ticaret Lisesinde öğretmeye ve öğrencilerimle öğrenmeye başlamıştım.

Bugün o yıllara baktığımda ne denli umutlu, yaşam dolu ama hep bugünkü gibi duygusal bir öğretmen görüyorum. Her günümüz yorgun ama vicdanımız rahat, çalışma aşkıyla dolu geçerdi.
Tam on yılım geçti orada. Ve çok sevdiğim, unutulmaz, çok değerli insancıl öğrenciler yetiştirdik İngilizce grubumuzla.

Yıllar yılları kovalasa da onlardan aldığım her ses, her ileti benim için o denli önemli ki. mesleğimizin en güzel yönü budur zaten. Öğrencilerimiz bizim yaşamımızdaki en değerli birikimdir.

Sonra Dokuz Eylül Yabancı Diller yüksek Okulu. Çok emek verdiğim ikinci okul. Hocalarımla aynı ortamda ders vermek ayrı bir onurdu. Ve sevgili arkadaşlarım, CAN DOSTLARIM. Acı tatlı bir çok anı ve hep yoğun geçen çalışma yılları.

Sevgili Meral'imizin acı kaybı. Reyhan'ı sonsuzluğa uğurlamak. Ama bu acılara destek olan gencecik beyinlerin enerjisi ve sevgisiyle öğretmek, öğretirken öğrenmek...Koordinatörlük günlerimdeki sevgili müdürüm Mehmet Ali Hocam, Uğur Hocam, şiirleriyle hepimizi besleyen Derya. Şimdi hepsinden uzakta olsam da katkıları yadsınamaz.

Bu öğretmenler gününde İstanbul'dayım. Benim Dokuz Eylüllü can dostlarım bizim çakma doğum günleri(!) yemeklerinin bu yılki ilk toplantısındalar. 
Gönlüm onlarla. 

Gelelim Galatasaray yıllarına. GSU benim için çok farklı. Orada çok güzel iki yıl ve çok sevgili öğrencilerim ve hayat boyu dostluğunu taşıyacağım bir kaç sevgili arkadaşımla geçen İstanbul'un güzelliğini de yaşadığım üniversitem. Babacığımın ağır hastalığı nedeniyle üçüncü yılın sonunda emekli olsam da kopamadığım sevgili okulum.Hala kapıları açık, ne zaman istesem ders verebildiğim okulum.

Kadir Has Üniversitesi; İlk ve herhalde son özel üniversite deneyimim. Çok farklı ama bazıları benim için çok değerli öğretmenler ve öğrencilerim oldu orada da.

Ve bir gün İTÜ Maçka Kampüsünde yazma dersi verirken buldum kendimi. Öğretmek açısından bir ödüldü o aylar. Sevgili öğrencilerim, hepsi saygılı ve sevgi doluydular.

Bu yazı yalnızca bireysel bir öğretme sürecinin belgesi gibi gelmesin sakın. Her satırında sevgili öğrencilerimin yüzleri saklı. Onlarla paylaştığım her ders saati yaşamımın en mutlu ve huzurlu anlarıydı. kapıyı kapatıp derse başladığımız andan sonrası çok farklı bir dünyaydı.

Ben öğrencilerime hiç bağırmadan, kötü söz söylemeden sevgiyle verdim derslerimi.Örneklerle yaşadığımız ülkeyi ve dünyayı öğretmeye,müziğin ve sanatın güzelliğini de vermeye, dillerin tınısını yakalarlarsa daha hızlı öğreneceklerini anlatmaya uğraştım.İngilizce öğretirken Türkçe'nin değerini unutmamalarını öğütledim. Ve öğrencilerimin iç seslerini de duymaya çok çalıştım. Onlar da büyük çoğunlukla hep olumlu dönüşler yaptılar. Anılar  bir gün daha yoğun yazılmalı, biliyorum. Ancak bugün sevgili Şükran Hocamın sesi yazdırdı bu yazıyı.
  
Dünyanın en güzel mesleğini, ülkemizin tüm olumsuz koşullarına karşın yapabildiğim için, yaşamımdaki tüm öğretmenlerime, öğrencilerime ve meslektaşlarıma sonsuz teşekkürlerimle ve çağdaş eğitimi özgürce verebileceğimiz günlerin özleminin tükenmeyecek umuduyla günümüz kutlu olsun.         
                     

16 Kasım 2012 Cuma

TEYZEMLE ANKARA (1)

Teyzem ve Ankara benim için ayrılmaz. Çünkü ben Ankara'ya ilk kez on yaşında gittim ve biricik teyzemin evinde tam iki ay kaldım. Ankarayı teyzemle tanıdım, teyzemi Ankara'da daha çok sevdim. Anıları o yıldan bu yıla anlatmak hiç de kolay değil; elimden geldiğince, gönlümden geçtiğince yazmak işte...

1966 Mayıs sonları, sevgili annem, babam, kardeşim, babaannem ve ben trenle Ankara'ya gelmişiz, öğretmenimden izin almışız,içim rahat. Kolay mı, baş kentteyiz. Mülkiye mezunu gencecik teyzemin evinde konuk olmuşuz. Teyzem OYAK genel müdürlüğünde çalışıyor, anneanneciğim de yanında.Gezimizde önce Anıtkabir olmak üzere Cumhuriyet tarihinin tüm önemli mekanları geziliyor. Bir hafta sonra da Elazığ'a Osman Amcamın evine doğru yeniden yola çıkış planlanmış. Ama çocuk Belgin yol tutmasından çok etkileniyor. O zaman teyzesi ve anneannesiyle kalsın diye karar veriliyor. 

İlk günler yolculuğa katılamamak, aile özlemiyle geçse de,teyzesi ve anneannesi Belgin'i öylesine kucaklıyorlar ki konukluğu teyzesinin yıllık izniyle Ege yolculuğuna çıkışına yani Ağustos başına dek uzuyor.

Sevgili teyzem, benim çocukluk kahramanımdı zaten. Her tatile gelişindeki yoğun ders çalışması, birlikte ettiğimiz dünyanın en lezzetli dede evi kahvaltıları, Ankara'dan her gelişinde taşıdığı oyuncaklar, kitaplar tüm canlılığıyla bugün bile belleğimde.

Ankara günlerim de o yüzden bir başka güzel. 'İki Kova Su', teyzemin beni götürdüğü büyülü çocuk oyunu. Anneannemle birlikte kumanyalarımızı hazırlayıp Anıtkabir bahçesindeki yürüyüşlerimiz, dinlenmelerimiz. Ev Maltepe'de olunca her hafta giderdik Ata'mızın sonsuzluk durağına. 

Kitap kurdu bendenizin bir de komşu kitapçı ziyaretleri hiç eksilmezdi. Adamcağız okumadığım bir kitap bulana dek bayağı uğraşırdı. Bir gün nereden aklına gelmişse, ''Sen şimdi Ankara'da konuksun, bir gün evlenir de burada oturursun.'' demişti. Gerçekten de evlenip de ilk evimizi Ankara'da kurduk on yıla varmadan. 

Teyzeciğim daha Ural eniştemle nişanlıydı benim on yaş tatilimde. Eniştem her gelişinde çukulata getirirdi bana. Eh, çocuk gönlü almak gibisi var mı şu yaşamda. Büyük bir keyifle yerdim çukulatamı. Genellikle Pazar günleri, eniştemlerin Yeni Mahalle'deki bahçeli evlerine gider, sevgili Cevdet Teyzenin hazırladığı birbirinden lezzetli yemekleri yer, eniştemin küçük kardeşi Aydın ağabeyle okuduğumuz kitaplardan konuşur, evin o güzel meyve ağaçlarıyla dolu bahçesinden kopardığımız tazecik meyvelerden tadardık. Eniştemin kuzenleri Çağlayan ve Işık da eşlik ederdi bize çoğunlukla. Gazi Orman Çiftliği piknikleri de unutulmamalı bu arada.

Ankara'da babamın teyzesi, tanıdığım en olgun ve becerikli insanlardan biri Rukiye Teyzem de kızı İnci Ablamla ve Hamdi Ağabeyimle Kavaklıdere'de otururlardı. Arada onlara gider kalırdım. İnci Ablam, o yıllarda Aşağı Öveçler'de ilkokul öğretmeniydi. Beni de okuluna götürürdü. Hafta sonları yurt dışından merkeze atanan diplomat çocuklarına ders verirdi. okumalarını hızlandırmak için dakika tutar, okuduğumuz sözcükleri sayardı. Benim için en güzel yarışmaydı o günlerde. Komşuları Verda Erman Hanım'ın piyanosunu dinlemek kulaklarımı okşardı. Ah bir de  Amerikalı komşu çocuklarından öğrendiğim iki kişi karşılıklı durup, iki üç metre lastiği dizlerimize geçirerek üç aşamalı yükselttiğimiz lastik atlama oyununu çocuk diliyle ne güzel oynardık. Tire'ye dönünce bu oyunu tüm arkadaşlarıma öğretmiştim.
Hamdi Ağabeyim'in bana domates yedirmek için nasıl uğraştığını, benim de sonunda bir kaç dilimi yuttuğumu bugün de gülerek anımsıyorum.  

Bir de 'Daire' konukluğum olurdu ara sıra. O yıllarda iş  yerlerine daire denirdi. Daire'ye giderdim teyzemle. onun masası, daktilolar, kalemler, iş arkadaşları bugünün bilişim dünyasından ne denli farklıydı. Çok güzel arkadaşlıkları vardı teyzemin. Bir akşam sanırım Hamiyet Ablalara gitmiştik. Aniden sağanak başlamış, apartmanın bodrum katını su basmış, biz de su boşaltılana dek beklemiştik.

Gençlik Parkı  o yıllarda Ankara'nın en gözde parkıydı. Ulus'da alışveriş edilir, Kızılay'da Gima binasına hayranlıkla bakılırdı. T.B. M.M.'nin önünden gururla geçilirdi. 

Teyzeciğimle, o yılların Ankara'sı çok güzeldi. İnsanlar olgundu, kibardı, çocuklar çocuktu, insanlar insandı. Anılar o yüzden hep böyle gülümsenerek anılarda kaldı. Sonraki yıllar başka bir yazıya kalsın, olur mu?