23 Kasım 2013 Cumartesi

KARARTILAN EĞİTİME DİRENEN ÖĞRETMENLERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN

Öğretmenler Günü yarın. Atatürk'ümüzün Millet Mektepleri Başöğretmenliğinin TBMM'nde 1928 yılında onandığı gün. Her ne kadar 1981'de darbe hükümeti tarafından kutlanmaya başlasa da, anlamı büyük olduğu için mesleğe gönül ve emek verenler için benimsenmiştir yıllardan beri.

Yalnızca öğretmenler değil, öğrenciler de kutlarlar bu günü. Öğretmenler için en güzel kutlama öğrencilerinin gülen gözlerine eşlik eden sözcükleri değil midir zaten?

Bu yılki 24 Kasım hüzünlendiriyor beni. Gündemde eğitimle ilgili pek çok şey iç karartıcı: 

Artık çarşaflı öğretmenlerin sınıflara girdiği okullar,
Andımızın yasaklandığı günaydınlar,

4+4+4 gibi ucube bir sistem,

Çoktan seçmeli sınavlarla gelecekleri belirlenen öğrencilere kapatılacak olan dersaneler,

Tüm olumsuzluklara ve fırsat eşitsizliğine karşın bitirilen üniversitelerden sonra gün be gün artan diplomalı işsizler ordusu,

Eğitime ayrılan bütçenin azalması, Diyanet kadrolarının artışı,

Ders kitaplarının konu seçiminde siyasal erkin baskısı,

Kitap okuma eylemi yapan üniversitelilerin cezalandırılması,

Gezi eylemini destekleyen değerli eğitimcilerin görevlerine son verilmesi,

Din derslerinin tüm inançlara ya da inanci olmayanlara tek tip dayatılması,

Öğretim yılı başında nitelikleri ansızın değiştirilen okulların şaşkınlığa düşen öğretmenleri, öğrencileri ve aileleri,

Mezun olmalarına karşın atanamayan binlerce öğretmen ve mesleklerini yapamadıkları için bunalıma giren pırıl pırıl meslektaşlarımız,

En başarılı üniversitelerin kesilen ağaçları, karşı çıkan herkese söylenen ve yapılanlar,

Öğrenci evleri için akıl almaz iftiralar ve muhbir sistemi,

Ve en son yıkım, en kısa zamanda karma eğitimden vazgeçilmesi kararı...

Daha yazılacak çok şey var. Ama ruhum yoruluyor yazarken. Ve ben sevgili öğrencilerimle geçirdiğim o güzel kutlamaları anımsayarak geçmişin umutlarını geleceğe taşımak istiyorum.

Ne güzel buketler bulurdum masamda 24 Kasımlarda. Sınıfça toplanan harçlıklarla sunulan armağanlar ve 'Öğretmenler Gününüz kutlu olsun diye gençliklerinin tüm coşkusuyla seslenmeler, sınıfa girer girmez.

Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda  sınıf öğretmenliğini yaptığım öğrencilerim, ''Siz bize yalnızca öğretmenlik değil, annemiz gibi bizi düşünüyorsunuz'' demişlerdi, unutulur mu?

24 Kasım yemeklerinde de konuştuğumuz hep öğrencilerimiz oldu.

Yıllarla birlikte öğrencilerimizden pek çok meslektaşımız oldu. Onlarla çalışmak ayrı bir gururdu. 

Onlardan aldığımız her ileti, görüştüğümüzde, seslerini her duyduğumuzda tanımlanamaz bir mutluluk kapladı yüreğimizi. ''siz bize çok emek verdiniz, öğretmenim, şimdi sıra bizde.'' demeleri.

Müzik, tiyatro,film ve sergi paylaşımlarımız... Koro ve oyun çalışmalarımız... 

Biz öğrencilerimize hep çağdaş eğitim, laik eğitim, bilime ve öğrenmeye saygıyı öğretmeye çalıştık. ve bunları onlara değer vererek sevgiyle yaptık. Karşılığını da çok yüceltilmiş şekilde aldık. 

Bugünün genç öğretmenlerine ve tüm eğitimcilerine inanıyorum ve biliyorum ki öğrenmekten vazgeçmedikleri sürece sorgulamayı da öğreteceklerdir.

Çağdaş ve baskısız eğitim ilkeleriyle kutlayacağımız nice öğretmenler günü dilekleriyle tüm öğretmenlerime en içten saygılarımı ve sevgilerimi iletiyorum.           

    

19 Kasım 2013 Salı

FOTOĞRAF TUTKUDUR

Fotoğraf üzerine yazmayı ne zamandır istiyordum. Son günlerde güz güzelliklerini fotoğraflarken doğanın eşsizliğini duyumsamak nasıl iyi geldi ruhuma.

Yıllar önce, Fotoğrafevi'nde aldığım temel derslerde, ışıkla yazı yazmak tanımını çok sevmiştim. Işığı,anla birleştirmek müzik gibi sağıltıyor insanca duygularımı. 

Ah, bir de eski fotoğraflardaki öykülendirmelerim. Gezdiğim sergilerde, baktığım eski aile albümlerde ne yaşanmışlıklar gizlidir. Zaten benim fotoğraf sevgim sevgili komşumuz Türkan Abla'nın evinde, eşi fotoğrafçı Cafer Amca'nın çektiği fotoğraflara bakarken filizlenmiştir. Siyah beyaz fotoların şiirselliğini çocuk aklıyla algılayıp sevmekle başlamış ve ilk çektiğim fotoğraflarla da dostluğumuz başlamıştır makinelerle. 

Fotoğraf çekme maceraları da ayrıdır değil mi? Film rulolarını otuz altılık seçip yıllar boyu, banyo sonrası nasıl çıkacağını beklemek ayrı bir coşkuydu doğrusu. Bir bakarsınız, çekmeyi en arzuladığınız yerde, film biter, yedek yoktur yanınızda,ya da tam çıkarırken bir terslik olur, tüm pozlar yanar. En basit makineden yavaş yavaş yarı profesyonele doğru yükselirsiniz, iki yıl geçmeden yepyeni modeller çıkar, lenslere yetişemezsiniz. Kısacası fotoğrafla aranızda tatlı bir telaş sürer giderdi ki artık  akıllı telefonların sayesinde fotoğraf makinelerine haksızlık yapmaya başladık. ve ben yarı teknolojik birey olarak bunun cezasını çektim bir anlamda. 

Bayram tatilinde çok yoğun programlı bir İspanya gezisi yaptık. fotoğraf tutkunları bu tür turlardaki zorluğu bilir; bir yandan görüntü, öte yandan grubun peşinde koşarsınız. Ve o anda en rahat hangisi gelirse onunla çekersiniz. Yani on telefon çekimine ancak bir iki kamera pozu. Ve akıllı telefonda yedekleme programını kullanmazsanız benim gibi, yanlışlıkla silinenlerin arkasından gözyaşı da dökersiniz.

Neyse, bu yazıya da hüzün ekledim ya, inanamıyorum kendime. Halbuki fotoğrafın düşün etkisinden söz edecektim ve etkilendiğim fotoğraflardan. Portre çekmeyi çok seviyorum. Çünkü her yüz kendi öyküsünü yansıtıyor. Fest'le katıldığım Bakırköy turunda çektiğim balıkçının  çizgileri hala gözümün önündedir. Üsküp'deki yaşlı hanım, Mısır Çarşısı'ndaki şeker yiyen çocuk ve aile bireylerinin çok sevdiğim bir iki pozu. Ve son zamanlarda Bora'yı yakalamak.

Fotoğraf sürekli çevrenizi gözlemenizi gerektirir. Ve o gözle baktığınızda hayattan kareler birbirini izler. Her an kameranızla belgeleyemeseniz bile, belleğinize çekebilirsiniz bazı pozları. 

Gezi Parkı fotoları çok ayrı bir yere sahip benim için tüm gerçekliği ve canlılığıyla. Cumhuriyet mitingleri, 1 Mayıs fotoları, son on yılda hızla değişen İstanbul siluetleri, Garipçe ve Poyrazköy'ün katledilmemiş hali...

Fotoğraflar çok iyi tanıklık yaparlar geleceğe, geçmiş için. Belki de bu yüzden son İstanbul Bienali ve Çağdaş Sanat Fuarı'nda fotoğraf seçkileri geniş yer kaplıyordu. Bu yıl benim için en anlamlı fotoğraflarsa 'Mübadil Aile Öyküleri' sergimizdekilerdi. Belgelemiş olduk kuşakların benzer yaşamlarını.

Bu aralar fotolarımın bazılarını Instagram'da paylaşmak hoşuma gidiyor. Yalnızca fotoğrafa dayanan bu sanal sitede iyi paylaşımlar bulabiliyorum. Örneğin Metin Feyzioğlu'nun iyi bir hukukçu ve politikacı olduğu gibi çok iyi bir fotoğrafçı olduğunu da orada keşfettim. Politika ve fotoğraf denince İsmail Cem'in o güzelim fotoğraflarını anımsamamak olanaksız.

Film izlerken de fotoğrafları izlerim bir bakıma. Örneğin Nuri Bilge Ceylan filmleri, onun fotoğrafçılığının da izlerini taşır büyük oranda. Theo Angelopoulos ,Ingmar Bergman  ve Kim Ki Duk filmlerinden bazı sahneler unutulmazdır benim için.

Magnum Fotoğrafçılarının sergilerini de görme şansım oldu ve Bresson'la Caba ustaların sadeliklerine hayran kaldım. Ara Güler'in, en eskiden en yeniye fotoğrafları na kaç kez baksam da her defasında başka bir ışık yakar gözüme.

Fotoğraf bir tutkudur sözün özü. İyi fotoğraf vermek de yaşam sanatının dallarından biridir. Nasıl bakarsanız hayata, gözlerinizdeki ışık da öyle yansır o sihirli kareye. O yüzden bazı insanlar uyarırlar yanlarındakileri, ''Fotoğrafımızı çekiyorlar, dikkatli olalım'' diyerek...