29 Mayıs 2014 Perşembe

İSTANBUL'DA GEZERKEN

Ülkenin kalbinde yaşamak hep derin nefes almak gibidir. Tüm olanlar, duygular daha bir derine işler. Gözünüzün önünden değişim geçer tüm ivediliğiyle. İstanbul  o yüzden yorar, üzer ve çok da sevdirir kendini.

Benim gibi iki şehirli yaşıyorsanız ve hele kültürel etkinlikler yaşam iksirinizse yetişemezsiniz aldığınız etkinlik notlarınıza. 

Soma sonrası Gezi yıl dönümü öncesi, bildiğimce ve sevdiğimce kısacası Belgince vurdum kendimi oyunlara, sergilere ve dinletilere. Haydi unutmadan yazayım birazını. Çünkü şu bir yıldır ne güzel izlediğim yada dinledimse her 'haydi biraz oturayım da yazayım' deyişimde ertesi gün gündem karardı ve canım yazmak istemedi. Ve dün yürüdüğüm Gezi Parkı'nda yarın yürüyemeyecek olmanın dayanılmaz ağırlığı, İstiklal'de dağıtılan toplantı bildirilerine karşın AKM'de konuşlanan polis ordusu ya da orantısız zekaya orantısız TOMA gücünün iki gün önceden ortada görünmesi yeni günün ilk saatlerinde otur da gördüğün ve izlediğin güzellikleri paylaş dedirtiyor bana.

İlk katıldığım etkinlik bir edebiyat etkinliğiydi. Heyamola Yayınları'nın,  Ari Çokona hocamızın hazırladığı Çağdaş Yunan Edebiyatı Antolojisi ve kızkardeşi İo Çokona'nın çevirdiği edebiyat tarihinde ilk roman özelliğine sahip Longos'un Dafnis ve Hloi'nin tanıtımları için düzenlediği tanıtım toplantısıydı. 

Ertesi gün evdeki boya işinin bitti ve kızımla güzel bir akşam yemeğinden sonra CRR'de ''Rodrigo Akşamı'' dinletisinde unutulmaz müzikler dinledik.

Cumartesi yapacak işler çoktu. En güzeli de IKSV tiyatro Festivali çerçevesinde Tiyatro Propeller'in çok başarılı bir yorumla sahnelediği William Shakespeare'in 'Yanlışlıklar Komedyası'nı izleme şansım oldu. Bu arada Salt Beyoğlu'nda 'The Clock' adlı Christian Marclay tarafından 2011 Venedik Bienali için hazırlanan 24 saatlik film benzersizdi. İsterseniz tüm gün boyunca oturup bu unutulmaz film tarihine saygı gösterisini izleyebiliyordunuz.

Zamanın yaşamımızdaki yerini de çok iyi kurgulamış yönetmen. 24 saatlik bir kurgudan yalnızca bir saat süren ama tüm izleyenleri avucunun içine çekip alan bir oyun da bizdendi. 'Garaj'. Craft Oyuncuları  Enis Arıkan ve Güven Murat Akpınar İpek Bilgin'in yönetmenliğinde çok içtendiler.

Pazar  günü Borusan Perili Köşk'de 'Ortak  Zemin ' ve 'Exercise' sergilerini gezdim. Ve akşamına da büyük usta Genco Erkal ve Tülay Günal'ın oyunculuk düetleri 'Yaşamaya Dair' unutulmazlar arasındaki yerini aldı. İki büyük oyuncunun yanı sıra  mekan Ali Paşa Hanı da çok etkileyiciydi.

O akşam Hem adı gibi 'ışığın bilgesi' Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'da 'Kış Uykusu' ile kazandığı büyük ödül ve 'Yaşama Dair' de tüm izleyenlerin ayakta alkışları nasıl farklılaştırdı ve o gururlanma duygusu  yaşattı.

Bir de Medica Görüntüleme Merkezi'nde,güzelim Tozan Köşkü'nde  Dr Zafer Mutlu'nun bella cantoları ve piyanist Murat Toker'in yorumlarını dinlemek çok iyi geldi.

İki anı sergi  de gezdim şu bir haftada. 'Oktay Rıfat 100 Yaşında- Elleri Var Özgürlüğün' YKY Kültür Merkezinde. 
ve Milli Reasürans'da 'Sabit Bilir- 20. Yüzyılda Bir Hazerfen- Sabit Karamani' sergileri gerek sunum ve gerek bilgilendirme açısından çok başarılıydılar.

Salı akşamı kızımın çağrısıyla BAU Karaköy binasında genç besteci ve yorumcu Çağıl Kaya'yı dinledik. Nasıl etkileyici sözler ve müziklerdi tüm parçaları.
Ve son olarak da bu akşam önce Osman Hamdi Bey'in kızı Nazlı Hanım'ın anı defterlerinden yola çıkarak hazırlanan sergiden ve Fransız Kültür Merkezi'ndeki Selçuk Demirel'in beynimizi açan çizgilerinden sonra Pera Müze'sinde  'İzmir Barok' topluluğuna kulak verdim.

İnsanca yaşamanın güzelliklerine varmak ve paylaşabilmek önümüzdeki günlerin sıkıntıları için de birebir.  Tüm sevdiklerime öneririm gönülden

24 Mayıs 2014 Cumartesi

ÖNCE DİLİN ÖFKESİ YAKAR

On gün geçti. İlk haber aldığımda on yedi can çıkarıldı dendi ve çevik kuvvet gönderildi Soma'ya. İşte ben o zamandan beri yine paramparçayım. Canlarımız yerin altındayken, yangın ve dumanla boğuşur ve acıyla son nefeslerini verirken yönetenler her şeyden önce çevik kuvvet yolluyorlar matem kentine. Sonra her şey çığrından çıkıyor onulmaz acılar bırakarak...

Bu güzelim yeryüzünü biz insanlar yüzyıllardır çok kirlettik iktidar uğruna. Ve çağdaş bir yaşama erişebilmek için öğrenmeyi, bilgilenmeyi ve sevmeyi seçtik pek çoğumuz. Öyleyse neden şu satırları yazarken bile gözyaşlarım akıyor? Yönetenlerin bizleri bu denli tüketmeye ve yok etmeye ne hakları var?

Niye görsel belleğimiz hep acı fotoğraflarla dolu, özellikle son bir yıldır günden güne hatta saatten saate artan boyutta? Bir yanda o masum kömür karası özürler:''Çizmelerim kirli, sedye kirlenmesin.'' Diğer yanda aynı matemin içinde uçan tekmeler ve o tekme atan ayağa verilen bir haftalık incinme raporu. Halktan kaçarken atılan yumruk ve yumruğu yiyenin her şeyden vazgeçişi.
Soma'ya her gidenin okuduğunuz ve izledikleriniz burada yaşanandan çok farklı deyişi, babasız kalan yüzlerce çocuk, yaslarını bile yaşayamayan işçilerin yeniden hiç bir iyileştirme yapılmaksızın yerin altına çağrılması...

Ve acının dalga dalga yayılmasıyla polisin orantısızca her yere konuşlanması; taziyeye gelen gencecik bir insanın ensesine kahpece sıkılan kurşun ve cemevinde inanılmaz bir görüntü. Ve mutlaka onu izleyen bir ölüm daha, Berkin'in mahallesi artık polispoli... Berkin'in cenazesinden sonra Burak can, Uğur candan sonra Ayhan can... 

Her giden can yeni bir kara leke. Madencinin yüzünün karası ne kadar temizse bu cinayetler o denli kirli. 

Ben sözcük emekçisiyim. Bir dili öğrenebilmek için, öğretebilmek için önce melodisini duymalısınız. Her dilin müziği farklıdır ve siz o dilin tınısını severseniz çok daha kolay öğrenir ve öğretebilirsiniz çünkü özüne varırsınız. Yıllarca sevgili öğrencilerimle dinleme ve konuşma alıştırmaları yaparken yineledim bu sözcükleri ya da tümceleri. Ve severek öğrenmeye çalıştık birlikte. 

Neden mi yazdım bunları? Dün akşam Rodrigo'nun Aranjuez Konçertosu'nu Marco Socias'nın enfes yorumundan dinlerken düşündüm; belleğimde 'Gülünün Solduğu Akşam' bana üç fidanı, arkadaşlarını Erdal Öz'ü ve diğer mücadele insanlarını anımsatırdı, onlar için dinlerdim. Son yıllarda ne çok gülü soldurdular, hele Gezi'den beri ne çok filizler, fidanlar gitti.

İşte bir sözcük emekçisi için umutsuzluk dilin melodisinin yok edilmesiyle başlar. O sürekli bağıran, küçümseyen, küfreden, argo konuşan yalnızca kendi sınırlarındakilerin bile yetmediği, ülke dışındaki diğer devlet yetkililerini de küçümsemeyi kendince düstur edinen ve sözcüklerindeki ve eylemlerindeki zalimliğin altında  bir böcek gibi ezilen yığınları uyuşturan, uyuşmamak için direnenleri tüketen bir yönetimde İNADINA YAŞAMALIYIZ, bizden sonrakilere daha güzel bir dünya umudunu yaşatmak için...

5 Mayıs 2014 Pazartesi

ANILARA YOLCULUĞUN GÜLEN YÜZLERİ

Bu gezi Lütfü Amca'nın doğduğu şehre özlemi için, bizimse aile öykülerimizin yuvasına sığınıp vatanın içimizi acıtan gündeminden uzaklaşmamız için beş günlük bir pırıltıydı gözlerimizde ve ruhumuzda. O yüzden bu kez ortak öykülerimizi paylaştığım 101. yaşına basan Lütfü Amcamla,  sekiz yaşındaki İpek'le ve diğer dostlarla anılar olacak konumuz. 

Aslında ben 1 Mayıs kaçkınıydım. Emek sineması protestolarında başlayıp Gezi Parkı'nda paramparça olan ruhumu sağaltamamıştım. Okuyup yazdıkça daha derinleşiyordu her biri. 2011 1 Mayıs Taksim Meydanı bayram yeriydi. Son üç yıldır ülke akıl almaz bir hızla değişip dönüştükçe sınırın dışına çıkmak, bir kaç gün gezgin olmak ve öykülerimizi paylaşmak inanılmaz derecede mutlu ediyor. Hele bu yolculuk Lozan Mübadilleri Vakfı'mızın asırlık çınarı Lütfü Amcamızla ve vakıf ailemizin diğer sevgili üyeleriyle olunca arınıyoruz tüm sıkıntılarımızdan.

Bu kez de otobüsümüzün arka sıralarında, Ayla Ablam ve Aydın Ağabeyimin arkasındaki koltuktaydım. Sevgili Şule ve Lale programları uymayınca gelemeseler de  her an kulaklarını çınlattım  Filiz hocamın, Seçkin hanımın, Ülkü'cüğüm'ün de öyle. Neyse ki Mübadil kuzenim, fotoğraf önderim Çetin hocam ve dernek başkanımız Esat kardeş de hemen yakınımızdaki koltuklarda yerlerini aldılar. Arka kapı bölgesinin diğer üyeleri koromuzun değerli başkanı Nevin hanım, eşi Karaferye'li  hemşehrim Erol ağabey ve de koromuzun mümtaz elemanları Füsun, Yasemin, nezleli de olsa geziyi kaçırmayıp anılarını tazeleyen diğer koristimiz Atilla bey ve  en arka koltukların değişmez elemanları Yurdanur öğretmenimiz, Saime hanım, İpek hanım. Birbirlerini gayet iyi tanıyan bu yöre insanlarına iki çok genç eleman da katıldılar. Otobüsün neşesi, elma yanaklı, tatlı zeybetikocumuz, Yunanca'yı  hemen her Türkçe sözcüğe -aki son eki takarak konuşabilen İpek ve 14 yaşına karşın olgun duruşuyla kitap kurdu ablası Dilara. Anneleri Aydan ve baba Murat bey yol boyunca bizden çok daha sessiz ancak dans zamanı Yunanlı arkadaşlara taş çıkartacak ölçüde ustalıklarıyla figürleri ve uyumlarıyla övgü dolu alkışları aldılar.

Yazarken bile coşkusunu yaşadığım gezimizin bize sinerji sağlayan en büyük gücü Karadağ ailesiydi. Onların varlığı bizi kocaman bir aile yapıyordu ve dilerim hep böyle sürer. Tülin Abla, Lütfü Amcamızın en büyük evladı, hep gülen maviş gözleri, zarafeti ve babacığını koruyup kollaması ve yazdıklarıyla gönlümüzdeki tahtında her zaman. Süleyman Karadağ, değerli arkadaşım, sohbetleriyle, içtenliğiyle aslında o da arka koltukların üyesiydi de arada sırada Lütfü Amcanın göz sınırlarına girmek zorundaydı. Lozan Mübadilleri Ailesini her zaman bir araya getiren Sefer Beyin sabrına her gezimizde bir kez daha tanıklık ederim doğrusu. Herkesi dinler, bilgilendirir, şakalara katılır ve arada bir de ne yazık ki  sevgili beresini kaybeder. Tanaş  Cımbış, Lütfü Amcanın en sevgili yavuru, Yeniköy'de  doğmuş büyümüş, gerçek bir İstanbul beyefendisi olarak Girit'ten tüm gezilerimize katılır, gönüllü çevirmenlik ve mihmandarlık yapar. İskender Bey de notlarını alır, fotoğraflarını çeker ve sürekli kitap yazar.  Diğer  otobüsün sorumlularıysa başkan Ümit bey, eşi Ümit hanım ve sevgili Sula'dır.


İlk durağımız Kastorya'ydı. Göl kenarında yürüyüş yaptık, bol fotoğraf çektik. Türk mahallesi hala ayakta. Çiçekler, evler, doğanın ilkyaz renkleri dinginlik verdi hepimize. Hep birlikte müzik eşliğinde Familya Taverna'da güzel bir akşam yemeği yedik,101. yaş ilk kutlamasını yaptık, İpek ve ailesinin danslarını alkışladık ve ertesi sabah Yanya yoluna çıktık.

Günlerden 1 Mayıs'tı ve hepimiz haber almaya çalışıyorduk sosyal medya aracılığıyla. Bir gece önceden İstanbul'da ulaşımın durdurulduğunu, Taksim'in yine yasak meydan haline getirildiğini okumuştuk. Hatta atılan Tweetlerden biri durumu çok iyi özetliyordu. ''Kıbrıs Barış  Harekatı için 5900 asker, 1 Mayıs 2014  Taksim için 30.000 polis'' Ve biz sabah onbire doğru Yanya'ya girdiğimizde serin  yağmurlu havada rengarenk şemsiyeleriyle 1 Mayıs yürüyüşlerini yapan Yanyalıları, gülümseyerek, bize el sallayarak, yürüyen, polissiz insanları görünce çok sevindim Yanyalılar için, uygarlık için, kültür için; yüreğim yurdum için yangın yeri olsa








da. Sonra çok sevdiğim Parga'da bile mahzundum. aynen Kavafis 'in şiirindeki gibi şehrin  yükünü taşıyordum uzaktan. Neyse ki dönüş için otobüslere yürürken yüzümüz güldüren bir şey oldu. Parga'da taksi pek kolay bulunmuyor. O yüzden yoldan geçen iki çocuklu anneye rica ettik acaba iki arkadaşımızı otobüsümüzün beklediği meydana götürür mü diye. O da kabul etti. Lütfü Amca, yaşını söyleyince genç kadının yüzünün aldığı şekle çok gülmüş


   


Ertesi gün çok yoğun geçti. Sabah saat onda Lütfü Amca'nın doğduğu eve gittik ve 101. yaşının ilk gününe başladık. Doğduğu evde 101. yaşa basışını kutlamak kaç kişi için olasıdır? Hele bu ev artık pasaportla girilen bir topraktaysa... Belki de o yüzden Yanya Belediyesi'ndeki konuşmasına Kavafis'in dizeleriyle başladı Lütfü Amca. O denli heyecanlıydı ki konuşma metnini biricik oğlu Süleyman Karadağ okudu gözleri dolarak. Yanya'da bizi hep güleryüzüyle karşılayan değerli belediye başkanı Filios Filipidis, Lütfü Amca için hazırlattığı pastaya 100 rakamı şeklindeki mumları kendi ellleriyle sıraladı ve bu yıl Mayıs ayında yapılacak seçimlere katılmayacağını ama her zaman Yanya'da bizleri ağırlamaktan mutlu olacağını belirtti. Daha sonra Arkeoloji Müzesi'ni gezdik ve öğle yemeği için ayrıldık.

Yanya'da Pamvotis Gölü'nün ve Tepedelenli Ali Paşa'nın adasındaki yemekte Lütfü Amca  ve tüm kızları, oğulları olarak unutulmaz anılarımıza bir yenisini ekledik. Ben bu kez Şule ve Lale'nin de rolünü üstlenerek bayağı bir aşama kat ettim Lütfü Amca'nın LMV evladı sıralamasında tüm engellere karşın. 

Akşam da Yanya Kayserililer Derneği'nin düzenlediği yemekte bir takım müziksel ve fiziksel bozukluklara dayanıp proto masadan ayrılmadım... dernek başkanı Anastasia Papasoglu'nun babası mikrofonu bırakmak istemedi Lütfü Amca ve koromuza. Heyecanlı bir karşılaşma izler gibi olduk uzunca bir süre.  Pist hiç boş kalmadı. İki ulusun mübadilleri kuşaktan kuşağa, el ele, kol kola benzer müziklerle dans ettik saatler boyunca, kimi zaman hızlı kimi zaman salınırcasına... Lütfü Amcamızı hayranları hiç yalnız bırakmadı, çünkü tüm köy halkı onun için adeta bayram kutlar gibiydiler .  Tülin Abla zarif kolyeler armağan etti bize. Çok değerli bir anı olacak benim için. Sevgili Christina'nın  da bizimle olması daha bir mutlu  etti gerçekten. 

Az uyku, iyi bir kahvaltıyla Meçova'ya yola çıktık. Ulu çınarlarıyla, karlı dağlarıyla çok sevdiğim bu köyde sabah kahvemizi içtik. Bastonlu dedelerin yerleri boştu bu yıl. Bal, peynir ve ahşap işleriyle tanınan köyün pazarını da görüp Kalambaka bölgesindeki Meteora manastırlarına ulaşmaktı hedefimiz. Tam 21 manastırın olduğu bu bölge çok etkileyici. Bu kez manastırın  girişindeki sunakta  mumlarımızı da yaktık Ümit Hanımla.

Akşama doğru Ata'mızın şehrindeydik. Selanik o kadar İzmir ki her görüşüm eski bir arkadaşa kavuşmak gibi. Yürüyüşümüzü yaptık otele yerleşir yerleşmez. Akşam da çok iyi bir restorandaydık. Rouga Restoran Füsun ve Yasemin'in daha önce de  gittikleri işletmecisi  Elizabeth'i de tanıdıkları çok iyi bir lokanta.Nefis yemekler, kaliteli müzik ve tatlı sohbetle dostluğun güzelliğinde gezimizin son akşam yemeğini taçlandırdık Lütfü Amcamızın da katılımıyla. Bu arada gecenin en şık hanımı dantel yakalı bluzuyla Ayla Ablamdı.

Sabah dönüşe geçmeden Aristoteles Meydanında Electra Hotel'in cafesinde Ayla ablamın yorumuyla 'Cazcı Kızlar' görüntüsünde kahvelerimizi içtik ve Ata'mızın evine gittik. Gittik de ben yeni düzenlemeyi çok ruhsuz bulduğum için ve eski ziyaretlerin tadını bozmak istemediğim için dışardan fotoğraf çektim. Zaten imza defterinin bile özgür olmadığı Ata evi ona yakışır mı? 

Ve Kavala, güzel şehir, midyeli pilavın bu kez farklı olsa da Özlem'ciğim için içilen Mitos, Seçkin Hanım için yenen kabak kızartma ve diğer yemekler kilo almama biraz daha katkıda bulunsa da güler yüzlü LMV ailemizin gezilerine bir yenisini eklemek ve sınırı geçip İstanbul'a girene dek şakalar ve şarkılarla geçen yolculuğu tamamlamak öyle iyi geldi ki gezgin ruhuma.

Lütfü Amca'ma  sağlık ve daha nice geziler diliyorum ve tüm dostlarla daha nice buluşmalarımıza. İyi ki varsın Vakıf Ailem. Bundan sonra tüm ortak öykülerimiz geçmişin çekilen acılarından uzak, dostluğun dayanışması ve güzel anılarıyla bezeli olsun.