24 Mayıs 2014 Cumartesi

ÖNCE DİLİN ÖFKESİ YAKAR

On gün geçti. İlk haber aldığımda on yedi can çıkarıldı dendi ve çevik kuvvet gönderildi Soma'ya. İşte ben o zamandan beri yine paramparçayım. Canlarımız yerin altındayken, yangın ve dumanla boğuşur ve acıyla son nefeslerini verirken yönetenler her şeyden önce çevik kuvvet yolluyorlar matem kentine. Sonra her şey çığrından çıkıyor onulmaz acılar bırakarak...

Bu güzelim yeryüzünü biz insanlar yüzyıllardır çok kirlettik iktidar uğruna. Ve çağdaş bir yaşama erişebilmek için öğrenmeyi, bilgilenmeyi ve sevmeyi seçtik pek çoğumuz. Öyleyse neden şu satırları yazarken bile gözyaşlarım akıyor? Yönetenlerin bizleri bu denli tüketmeye ve yok etmeye ne hakları var?

Niye görsel belleğimiz hep acı fotoğraflarla dolu, özellikle son bir yıldır günden güne hatta saatten saate artan boyutta? Bir yanda o masum kömür karası özürler:''Çizmelerim kirli, sedye kirlenmesin.'' Diğer yanda aynı matemin içinde uçan tekmeler ve o tekme atan ayağa verilen bir haftalık incinme raporu. Halktan kaçarken atılan yumruk ve yumruğu yiyenin her şeyden vazgeçişi.
Soma'ya her gidenin okuduğunuz ve izledikleriniz burada yaşanandan çok farklı deyişi, babasız kalan yüzlerce çocuk, yaslarını bile yaşayamayan işçilerin yeniden hiç bir iyileştirme yapılmaksızın yerin altına çağrılması...

Ve acının dalga dalga yayılmasıyla polisin orantısızca her yere konuşlanması; taziyeye gelen gencecik bir insanın ensesine kahpece sıkılan kurşun ve cemevinde inanılmaz bir görüntü. Ve mutlaka onu izleyen bir ölüm daha, Berkin'in mahallesi artık polispoli... Berkin'in cenazesinden sonra Burak can, Uğur candan sonra Ayhan can... 

Her giden can yeni bir kara leke. Madencinin yüzünün karası ne kadar temizse bu cinayetler o denli kirli. 

Ben sözcük emekçisiyim. Bir dili öğrenebilmek için, öğretebilmek için önce melodisini duymalısınız. Her dilin müziği farklıdır ve siz o dilin tınısını severseniz çok daha kolay öğrenir ve öğretebilirsiniz çünkü özüne varırsınız. Yıllarca sevgili öğrencilerimle dinleme ve konuşma alıştırmaları yaparken yineledim bu sözcükleri ya da tümceleri. Ve severek öğrenmeye çalıştık birlikte. 

Neden mi yazdım bunları? Dün akşam Rodrigo'nun Aranjuez Konçertosu'nu Marco Socias'nın enfes yorumundan dinlerken düşündüm; belleğimde 'Gülünün Solduğu Akşam' bana üç fidanı, arkadaşlarını Erdal Öz'ü ve diğer mücadele insanlarını anımsatırdı, onlar için dinlerdim. Son yıllarda ne çok gülü soldurdular, hele Gezi'den beri ne çok filizler, fidanlar gitti.

İşte bir sözcük emekçisi için umutsuzluk dilin melodisinin yok edilmesiyle başlar. O sürekli bağıran, küçümseyen, küfreden, argo konuşan yalnızca kendi sınırlarındakilerin bile yetmediği, ülke dışındaki diğer devlet yetkililerini de küçümsemeyi kendince düstur edinen ve sözcüklerindeki ve eylemlerindeki zalimliğin altında  bir böcek gibi ezilen yığınları uyuşturan, uyuşmamak için direnenleri tüketen bir yönetimde İNADINA YAŞAMALIYIZ, bizden sonrakilere daha güzel bir dünya umudunu yaşatmak için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder