Bayram kavramı degisti belleklerde son Cumhuriyet Bayramı kutlamasından beri. Çocukluğumuzun ve çoğunluğumuzun alisilagelmis imgeleri ters yüz edildi, karmasiklasti ve tarihin sayfalarına gecti olanca ikilemiyle. Bayrak taşımak, neseyle, gönül rahatlığıyla kutlamaya katılmak olağandi, birden olagandisi oldu. Nasıl bu duruma geldik? Bu soruyu sormaya bireysel olarak hakkımız var ama Cumhuriyetin tüm vatandaşları olarak var mı? Bilemiyorum, o bölümü herkes kendi vicdanında sorgulamalı. Her ne denli gunü yasamaya ve umutsuz olmamaya uğraşsak da çocukluğumun bayramlarını bugün her zamankinden daha çok özlüyorum. Annemin ütüledigi önlüğümle, beyaz kurdeleli sacımla, ezberimdeki siirle ilkokul günlerimi, Atatürk anıtının önünden gururla yürüyüşlerimizi özlüyorum. Bugünden o günlere bakınca hiç de diktatoryal bir hava anımsamıyorum. Yalnızca Cumhuriyet cocuğu olmanın gururunu bugünün yetişkini olarak asla soluyamadigima üzülüyorum. Öğretmenliğe başladığım ilk yıl İzmir Anadolu Ticaret Lisesi'nde ilk 29 Ekim kutlaması geliyor aklıma. Okulun en yeni öğretmenine veriliyor törende konuşma gorevi. Eh, madem ticaret lisesi, o halde Atamızın iktisat konusundaki görüşlerini yansıtmalıyız diyorum. İlk iktisat kongresi İzmir'de toplandığına göre ben de o konuda araştırıyorum, bilgilerimi kendimce coşkuyla sunuyorum. Üniversitede ders verirken hazırlık sınıflarına İngilizce olarak ulusal bayramlarımızı nasıl anlatacaklarını öğretmeye uğraşıyorum. Bugün,yazılarımı hep geleceğe bir ufak belge diye yazarken neler yazacağımı hep sorgularken buluyorum kendimi. Tarihe ama nesnel bakabilen tarihçilere ne çok gereksinimimiz var değil mı? Son on yılda önce hafif son dört yılda hızlanan dönüşümü belki tarihçiler çok daha iyi irdeleyebilirler. Birinci Meclis'e yaklaşan her yaştaki vatandaşı geri puskurtme kavgasını, kararlılıkla yürüyüşlerini sürdürenlerin belleklere kazanan biber gazli , ıslak ama yine de dik duruşlarını, gunün egemenlerinin çok farklı değerlendirmelerini ya da değerlendirememelerini, yazılanları veya satır aralarında kalanları, her televizyon açısta siyasetçilerin çok ama çok yüksek sesle ve hınç dolu konuşmalarını ve her seyden önemlisi çok sesliliğin tek sese doğru yönelişinin en keskin açığa vurumuyla umutların soluk rengini.. Çok okuduk, çok izledik ve çok konuştuk 2012nin 29 Ekim kutlamaları icin. Ancak her zamanki gibi coşkumuz, gücümüz bir iki gün sürdü. Az olduğumuzun ayırdına vardık yeni başlayan günde. Onun icin ben bugün Erdal İnönü'yü sonsuzluğa ugurladigimiz bugün diyorum ki ' deger vermemiz gerekenlerin degerini bilemedik ve ogretemedik' . O günleri görebilmek, cagdas egitimin genc yüzlerde yansıdığını görebilmek umuduyla bu ülkeye hizmet edip sonsuzluğa yürüyen tüm sevdiklerimiz ışıklar icinde yatsın dilekleriyle...
31 Ekim 2012 Çarşamba
13 Ekim 2012 Cumartesi
DOSTLAR VE DOSTLUĞUN ANLAMI
Dostlar, dostluk, her bağlamda her anlamda eşsizdir eğer gerçekten yaşamda var olurlarsa. Rehberdirler yüreğinize, beyninize, paylaşımcıdırlar sıkıntınıza, sevincinize ve bekçidirler yalnızlığınıza. Uzağınızda da olsalar, yakınınızda da eğer içselleştirdiyseniz sizden şanslısı yoktur her nefesinizde.
Konumum ve mesleğim gereği çok çok farklı mekanlarda bulundum ve ne şanslıyım ki çok güzel dostlarım var yaşamımda. Düşünüyorum da, ne denli farklı yaradılışta olsalar da hepsinin yüreğimdeki yerleri kocaman. Kimilerini yıllarca görmesem de sevgilerini en derinden duyumsarım. Kimiyle hemen her gün konuşuruz, sesimin tonundan üzüntümü, mutluluğumu anlarlar. Hani 15 yaşımın 'Love Story' filmindeki gibi 'sevgi emektir' deyişinin en anlamlı ürünleridir tümü. Bazıları kardeşimdir, ablam gibidir bazıları ya da çocuğum yaşındadır. Bazıları bir kaç yaş büyük ya da küçük ama hepsinin bana sevgi dolu dokunuşları vardır, omuzumda sıcacık ellerini hissederim her zaman.
Hani bazı insanlar der ya; benim gerçek dostlarım bir elin parmakları kadardır diye. Bana az gelir o kadarı. Eğer yüreğinizi açmayı bilirseniz, olduğunuz gibi yaklaşırsanız her insanın içindeki dostluğun özüne kolayca ulaşıverirsiniz. Çünkü her insanın ruhunda saf ve küçük bir çocuk gizlidir. O saf ve temiz çocuk, gülümsemeye ve tatlı sözlere özlem duyar yıllandıkça.Yaşamın yükünü üstlendikçe daha derinlere gömer çocukluğunu ve güçsüzlüğünü. Eğer yanında sıcacık bir yüreği duyumsarsa açar o en pırıltılı insancıllığını.
An gelir, farkında olmadan kırarsınız ya da kırılırsınız. Ama dostluğa verilen emek onarır sizi ya da karşınızdakini.İşte gerçek dost orada kendini belli eder, yeniden gülümseyen gözleriyle.
Anılar dostluğun müziğidir. Anılar, dostlarınızı göremeseniz de daha dün yaşanmış gibi saklanır yüreğinizde. Bir ileti alırsınız hiç beklemediğiniz bir an da ya da karşılaşırsınız rastlantıyla, bir bakarsınız tam siz düşünürken telefon çalar, sesini duyarsınız bir dostunuzun. Nasıl da sevinirsiniz ansızın. Zaten dostlukta sesi özlemek de çok önemlidir. Her dostun sesinin tınısı farklıdır. Her dostun size öğrettiği de farklıdır, eğer yaşamda öğrenci olmanın değerini bilirseniz.
En büyük acılardan biridir yaşamda dostlarınızdan birini yitirmek. Hele sizin yapacağınız hiç bir şey kalmamışsa, tüm çabalarınıza karşın, umarsız kalırsınız. Anılar solar gider, çektiğiniz buğulu fotoğraflara döner yaşanmışlıklar. Nefes aldığına sevinir, aranızdaki ıssızlığa üzülürsünüz. O yüzden bir dostu sonsuz yolculuğuna uğurladığınızda, sizi teselli eden tek şey hiç solmayan rengahenk anılarınızdır.
Bir de bitti sandığınız dostluklar vardır. Ancak temeli çok sağlam atılmışsa, güçlü bir bağ kurulmuşsa bir merhabayla yeniden başlarsınız ve o dostla bir daha hiç kopmazsınız, birbirinizin değerini daha çok anladığınız için eksik kalan günlerinizde...
Yazacaklarım çok birikmişti, dostluk neden hepsinin önüne geçti diye sorarsanız, Kuzeyin soğuk bir ülkesindeki bir dost iletisinin sıcacık sözcükleri, çoktandır görmediğim bir dosta yeniden merhaba demenin değeri ve çok emek verdiğim çok yakınım, benden yaşça küçüğüm, dost diye yüreğimde tuttuğumla yaşadığım kırılganlık; tüm bu duyguların etkileri diyelim ve dostluğun sıcaklığı hiç eksilmesin yüreklerimizden, yaşamımızda çiçekler açtırsın diye bitirelim bu yazıyı tüm dostlara bir kez daha merhaba diyerekten.
Konumum ve mesleğim gereği çok çok farklı mekanlarda bulundum ve ne şanslıyım ki çok güzel dostlarım var yaşamımda. Düşünüyorum da, ne denli farklı yaradılışta olsalar da hepsinin yüreğimdeki yerleri kocaman. Kimilerini yıllarca görmesem de sevgilerini en derinden duyumsarım. Kimiyle hemen her gün konuşuruz, sesimin tonundan üzüntümü, mutluluğumu anlarlar. Hani 15 yaşımın 'Love Story' filmindeki gibi 'sevgi emektir' deyişinin en anlamlı ürünleridir tümü. Bazıları kardeşimdir, ablam gibidir bazıları ya da çocuğum yaşındadır. Bazıları bir kaç yaş büyük ya da küçük ama hepsinin bana sevgi dolu dokunuşları vardır, omuzumda sıcacık ellerini hissederim her zaman.
Hani bazı insanlar der ya; benim gerçek dostlarım bir elin parmakları kadardır diye. Bana az gelir o kadarı. Eğer yüreğinizi açmayı bilirseniz, olduğunuz gibi yaklaşırsanız her insanın içindeki dostluğun özüne kolayca ulaşıverirsiniz. Çünkü her insanın ruhunda saf ve küçük bir çocuk gizlidir. O saf ve temiz çocuk, gülümsemeye ve tatlı sözlere özlem duyar yıllandıkça.Yaşamın yükünü üstlendikçe daha derinlere gömer çocukluğunu ve güçsüzlüğünü. Eğer yanında sıcacık bir yüreği duyumsarsa açar o en pırıltılı insancıllığını.
An gelir, farkında olmadan kırarsınız ya da kırılırsınız. Ama dostluğa verilen emek onarır sizi ya da karşınızdakini.İşte gerçek dost orada kendini belli eder, yeniden gülümseyen gözleriyle.
Anılar dostluğun müziğidir. Anılar, dostlarınızı göremeseniz de daha dün yaşanmış gibi saklanır yüreğinizde. Bir ileti alırsınız hiç beklemediğiniz bir an da ya da karşılaşırsınız rastlantıyla, bir bakarsınız tam siz düşünürken telefon çalar, sesini duyarsınız bir dostunuzun. Nasıl da sevinirsiniz ansızın. Zaten dostlukta sesi özlemek de çok önemlidir. Her dostun sesinin tınısı farklıdır. Her dostun size öğrettiği de farklıdır, eğer yaşamda öğrenci olmanın değerini bilirseniz.
En büyük acılardan biridir yaşamda dostlarınızdan birini yitirmek. Hele sizin yapacağınız hiç bir şey kalmamışsa, tüm çabalarınıza karşın, umarsız kalırsınız. Anılar solar gider, çektiğiniz buğulu fotoğraflara döner yaşanmışlıklar. Nefes aldığına sevinir, aranızdaki ıssızlığa üzülürsünüz. O yüzden bir dostu sonsuz yolculuğuna uğurladığınızda, sizi teselli eden tek şey hiç solmayan rengahenk anılarınızdır.
Bir de bitti sandığınız dostluklar vardır. Ancak temeli çok sağlam atılmışsa, güçlü bir bağ kurulmuşsa bir merhabayla yeniden başlarsınız ve o dostla bir daha hiç kopmazsınız, birbirinizin değerini daha çok anladığınız için eksik kalan günlerinizde...
Yazacaklarım çok birikmişti, dostluk neden hepsinin önüne geçti diye sorarsanız, Kuzeyin soğuk bir ülkesindeki bir dost iletisinin sıcacık sözcükleri, çoktandır görmediğim bir dosta yeniden merhaba demenin değeri ve çok emek verdiğim çok yakınım, benden yaşça küçüğüm, dost diye yüreğimde tuttuğumla yaşadığım kırılganlık; tüm bu duyguların etkileri diyelim ve dostluğun sıcaklığı hiç eksilmesin yüreklerimizden, yaşamımızda çiçekler açtırsın diye bitirelim bu yazıyı tüm dostlara bir kez daha merhaba diyerekten.
2 Ekim 2012 Salı
BENİM MÜZİK TAPINAĞIM
Müzik insanların inanç sistemlerinden biri olsaydı dünya nasıl olurdu? Ya da din adamları vaazlarını müzik eşliğinde verselerdi? Yunus Emre ilahileri, Alevi semahları, Mozart besteleriyle güne başlasaydık... Televizyon kanallarının tümü her gün bir kaç saatlik kuşaklarını kuşaklar boyu degerlerini yitirmemiş müzik yapıtlarına ayırsalar, cennet anlatımlarında hurilerin yerini lir çalan müzisyenler alsa, kısacası ruhumuz müzikler arınsa daha bariscil ya da insancıl olur muyduk? Siirler, müziğe arkadas olsa, filmler, tablolar, oyunlar onları izlese, hepimizin başucunda bir kitap dursa, internette gezerken aramalarımız insan yaratıcılığının en güzel ürünlerini, sanal müzeleri ve sanat haberlerinin sayfalarını da acsa biz insan olduğumuzun ayırdına daha iyi varır miydik? Ask sözcüğünün anlamını tam kavrasak, sevgileri bu denli hızlı tüketmesek, dostluğun degerini hiç yitirmesek nasıl yasardik? Efes Antik Tiyatro'da Berlin Filarmoni Orkestrasi'ni gecen Cuma aksamı huşu icinde dinlerken bunları düşündüm bir yandan. Binlerce yılın birikimiyle ayakta kalmış bu insanlık tapınağında nice uygarlıklarda sergilenen sanat ürünlerinin insanlık tarihinin en aydınlık sayfaları olduğunu ve daha nice yüzyıllara ışık tutmasını diledim tüm içtenliğimle
Ozanların eksilmesinin insanları nasıl eksilttigini düşünüp Neset Ertas ustayı andım. Onun dingin gönlüne sonsuz yolculuguna ugurlanisinin hiç uymadığını anımsadım. Bestelerinin, sözlerinin, yaşadıklarının insanlara hep rehber olmasını istedim yürekten. Sonra sahnedeki iki genc solist kardeşe baktım kivancla. Ne denli yalın, ne denli pırıltiliydilar. Aldıkları egitimin hakkını nasıl da güzel verdiler biz dinleyenlerine. Belleğimde Antik Tiyatro'da izlediğim unutulmaz sanat yapıtları ve sanatçılara selam verdim. Joan Baez, Jose Carreras, Elton John, Zubin Mehta. Zamphir, Chris de Burgh, Kızıl Ordu Korosu, Al Di Miola, Nazım Oratoryosu, Baris Manco, Martha Graham ve daha niceleri. Ayrıca Celcius
Kitaplığında . Ne çok şey harmanladim yüreğimde onları izlerken. Sanata saygım arttı, güzellikleri görmeyi, yasama her zorluğa karsın umutla bakmayı öğrendim ben o koca tiyatroda. Hani zamanının tanığı olmak diye birşeyim vardır ya ben de tanık oldum bir çok unutulmaz gösteriye. Kimi zaman yer bulunmadı, dışlarda kaldı pek çok gelen, kimi zaman basamakların pek cogu gelenleri bekledi. Kimilerinde afiş basarak katkıda bulunduk,kimilerinde saraplarimizi yudumladik tas basamaklarda. Ne büyük mutluluklar yaşattın Efes yüzyıllardır tüm konuklarına. İnsan olmanın hazzını yaşattın. Daha çok yüzyıllar , bin yıllar besle ruhlarımızı. Kültür nedir ki zaten; her şey unutulduktan sonra geriye kalan değil mı?
Ozanların eksilmesinin insanları nasıl eksilttigini düşünüp Neset Ertas ustayı andım. Onun dingin gönlüne sonsuz yolculuguna ugurlanisinin hiç uymadığını anımsadım. Bestelerinin, sözlerinin, yaşadıklarının insanlara hep rehber olmasını istedim yürekten. Sonra sahnedeki iki genc solist kardeşe baktım kivancla. Ne denli yalın, ne denli pırıltiliydilar. Aldıkları egitimin hakkını nasıl da güzel verdiler biz dinleyenlerine. Belleğimde Antik Tiyatro'da izlediğim unutulmaz sanat yapıtları ve sanatçılara selam verdim. Joan Baez, Jose Carreras, Elton John, Zubin Mehta. Zamphir, Chris de Burgh, Kızıl Ordu Korosu, Al Di Miola, Nazım Oratoryosu, Baris Manco, Martha Graham ve daha niceleri. Ayrıca Celcius
Kitaplığında . Ne çok şey harmanladim yüreğimde onları izlerken. Sanata saygım arttı, güzellikleri görmeyi, yasama her zorluğa karsın umutla bakmayı öğrendim ben o koca tiyatroda. Hani zamanının tanığı olmak diye birşeyim vardır ya ben de tanık oldum bir çok unutulmaz gösteriye. Kimi zaman yer bulunmadı, dışlarda kaldı pek çok gelen, kimi zaman basamakların pek cogu gelenleri bekledi. Kimilerinde afiş basarak katkıda bulunduk,kimilerinde saraplarimizi yudumladik tas basamaklarda. Ne büyük mutluluklar yaşattın Efes yüzyıllardır tüm konuklarına. İnsan olmanın hazzını yaşattın. Daha çok yüzyıllar , bin yıllar besle ruhlarımızı. Kültür nedir ki zaten; her şey unutulduktan sonra geriye kalan değil mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)