Eylül'ün son gününden Ekim'in son gününe, nasıl da uzun bir ara vermişim. Yaz sonrası gelen bir yorgunluk mu, gündemin yoğun değişimi mi, İstanbul - İspanya hattı mı, ne dersem diyeyim tek sözcükle tembellik bu yaptığım.
Şu anda Tire' de anne evinde sonbahar güneşinin sızdığı koca çınar ağacının yaprakları arasındaki balkonda canım birden ve içimden ne gelirse yazmak istedi.
İki bayram yaşadık şu son bir ayda. Kurban Bayramının hayvancıkları kurban eden anlayışı ya da inanışı benden uzak olsun ancak tatili çok iyi geldi. Çünkü yıllardır görmek istediğim İspanya gezisine kavuştum. Ve Barcelona ki Gaudi'nin gülümseten yapıtları, hemen her balkondaki Katalan bayrakları, ilginç restoranları ve geniş caddeleriyle Woody Allen filminden çıkmış olmasa bile benim Barcelona'mı yaşattı.
Daha sonra Valencia, Granada, Cordoba, Sevilla ve Madrid. Her bir şehirde farklı tatları ve tarihi duyumsamak doyurdu ruhumu. Hele Alhambra (Elhamra) Sarayı; hiç bu denli etkileneceğimi düşünemezdim. Ahşap oymalar ve çiniler ve o güzelim ışıkta çektiğim fotoğraflar. Hani insanın unutamayacağı günleri belleğinde hep canlılığını korur ya, o gün de benim için tıpkısıydı. Ah, bir de ben bu fotoğraflarla yeni bir sergi açarım umudunu tam yeşertmişken, teknolojinin son harikası, 13.2 pikseline aldandığım telefonum, bir başka ele geçtiğinde en sevdiğim fotoları bir anda silmeseydi ve ben de sevdiğini yitirmişcesine arkalarından göz yaşı dökmeseydim.
Valencia'daki la Lonja Market, rengarenk meyveleri ve canlılığıyla hepimizin enerjisini yükseltti. Sevilla da çok etkilendiğim şehirlerden biri oldu. Flamenko'nun anavatanında izlediğim dansçılar gerçekten mimiklerinden topuk seslerine ''Bu bizim dansımız.'' diye seslendiler. Cordoba'da Mezguita Camii ki arkadaşlardan biri ''Bizimkiler de cami mi?'' diyerek hayranlığını dile getirdi. Musevi Mahallesinin dar sokakları da çok özel görüntülerdi.
Madrid, Ankara'mız gibi bir kara başkenti olmasına karşın, yemyeşil parkları, geniş meydanları ve kalabalığıyla hele Prado Müzesi'yle içine çekti hepimizi. Hele neşeli ve çok iyi anlaşan bir grup ve mükemmel bir rehberin eşliğinde oluşan bir takım ruhu olunca yenen her yemeğin, atılan her adımın ayrı bir anısı kaldı içimizde.
İspanya, tutuğum notlarda ayrı bir gezi yazısı olmayı hak ediyor doğrusu. Umarım yakın bir zamanda düzenlenir tüm gezi notlarıyla birlikte.
Gezi, gezi diye yazarken usumda hep 'gezi direnişi' var. Bu yıl doksanıncı yılını kutladığımız Cumhuriyet Bayramımıza da gezi ruhu damgasını vurdu tam anlamıyla. Geçen yılki kutlamalardan ne denli güçlü birlik ruhu vardı. Ben İzmir'de Kordon'da sevgili arkadaşım Nurhan'la bile zor buluştum.Gonca'yı ise bulamadım. Adım atmak öyle zordu ki. Aslında nefes almak bile demek daha doğru.Her yaştan İzmir'li Cumhuriyet mitinglerinin daha da üstünde bir sayıyla katılmıştı en değerli bayramımıza.Tüm gençlere içten bir merhaba yolladım yüreğimin en derininden.onların direnişi bizi yeniden canlandırdı ve çoğalttı.
Evet, ruhumuz genelde karamsar ama bir köşeciğinde umut çiçekleri açıyor tüm olumsuzluklara karşın...Ölümsüz Ata'mız ve Cumhuriyetimizin kuruluşuna emeği geçen herkes ışıklar içinde uyusunlar sonsuza dek ve bizler de daha çağdaş ve aydınlık bir ülkede yaşama sevdasını var oldukça sürdürelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder