Aşk olsun sana çocuk yaşasaydı bugün tam altmış yedi yaşında olacaktı. Onunla hiç karşılaşmadım ama onunla büyüdüm, onun bakışlarındaki korkusuzluğu ve inandıklarından dönmemesini çok sevdim. Ve on beş yaşındayken onun için, arkadaşları için yazdığım ve sıkıyönetim dönemi diye gizlediğim şiirlerimi ve güncelerimi bugün kütüphanemin en değerli yerinde tutmak da buruk bir mutluluk veriyor.
O yıllarda tuttuğumuz güncelerde yolsuzluk haberleri bulunmazdı. Ama radyodan duyurulan arananlar listesi, Anayasa'nın kaçıncı maddesini ihlal ettikleri işlenirdi beynimize. Çoğunluğu yirmili yaşlarının başındaki gencecik insanlar için idam kararları çıkardı durmaksızın. Meşhur 141. maddeyi öğrenmiştik on beşli yaşlarda. Bir muhtıra ile tüm yaşam değişmiş, nitelikli akademisyenler, sanatçılar sürgüne uğramışlar, basın susturulmuş ve düşünüp sorgulayan herkes içine kapanmıştı.
Ve işte o günlerde kurban olarak seçilen on yedi siyasi suçlu idam edildiği halde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın adları hiç unutulmadı. Ve lider Deniz Gezmiş olduğu için adına onlarca şarkı bestelendi, yorumlandı, şiirler yazıldı, kitaplar basıldı. Ben Erdal Öz'ün yazdığı 'Gülünün Solduğu Akşam' ve 'Defterimde Kuş Sesleri' kitaplarından çok etkilenmiştim. 'Dar Ağacında Üç Fidan' dan da
Ekim yetmiş birde verilen idam kararı beş Mayısı 6 Mayısa bağlayan gece infaz edildi. Belki sosyal medya yoktu ama duygu iletimi vardı. 6 Mayıs günü okula siyah kazaklarımızı giyerek gitmiştik. Ve millet meclisi üyelerine çok öfkeliydik, bu kararı onadıkları için. Sadece İsmet İnönü'nün karşı çıktığını biliyorduk. bugün bile düşünürüm Hıdırellez ateşinin yakılıp dileklerin tutulduğu bir günü niye böyle bir acıyla birleştirdiler diye.
O karara , üç fidanın ölüm kararına sorgulayan, düşünen herkes çok yandı. Hele üçe üç karşılaştırması sürekli yapıldı. Vatanı yapacakları devrimle kurtaracaklarına inanan gencecik insanların, hiç bir cana kıymadan yaşam haklarının ellerinden alınışı bir anlamda ülkenin kaderini değiştirdi. Neden derseniz müthiş bir kırılma yaşandı ülke tarihinde. Yürütmeye ve yargıya güven sarsıldı çünkü... Ve dokuz yıl sonra bir 12 Eylül sabahı bir kez daha tank sesleriyle uyandık.
İşte bizim gençlik günlerimiz böyle toz duman içinde genç insanların ölümleriyle sarsılarak geçti gitti. Bol bol okuyup öğrenmeye, karşımızdakini dinleyerek anlamaya çalıştık hazımsız olmamak adına.
Üç fidanı her yıl andık. 'Hatırla Sevgili' dizisiyle, genç kuşağa tanıttığı için Tomris Giritlioğlu'na çok teşekkür ettik. 2012 On Kasımında Ankara'ya gittiğimizde 'Ulucanlar Cezaevi yeni müze olmuştu, orada her yaşanan daha bir acıyla içimize işledi.
Aralık on yediden beri her gün biraz daha bulanan, kirlenen bir gündemin içinde bu çok sevdiğimiz vatanda hep içimizde en genç günlerimizden kalan o saf idealizmle ayaktayız ve umutluyuz.
27 Şubat 2014 Perşembe
19 Şubat 2014 Çarşamba
GÜNEŞ VE SİS
İstanbul'da olmak yaşamda havuz problemi çözmeye benzer oldu son yıllarda. Kültür, sanatla dolarken ruhunuz, çevreye bakıp okuduklarınızla boşaltıyorsunuz tüm beslendiğiniz duygularınızı, ya da tam karşıtı; yüreğinizin karartısı kaplarken sizi, sanat etkinlikleriyle hafifliyorsunuz. Sakın kötümser bir yazı diye düşünmeyin. Çünkü sevdiklerimi paylaşmak istiyorum temelde. Arada biraz koyu renkler karışırsa gönülden çektiğim fotoğrafın ışığına verin siz onu.
Bir aylık İstanbul özlemimi Boğaz yürüyüşüyle ve mevsime hiç uymayan parlak güneş ışığıyla giderdim önce. Bebek Parkı'nda korunmaya alınmış ağaç, bir an nerede olduğumu unutturdu. İnsanını korumayan bir ülke vatandaşı değil de uygar ve çevreci bir ülkede yaşıyormuşum sandım. Az ilerleyince kıyıya yanaştırdığı sandalında çay ocağı kurmuş yaşlı adamı ve pasarella yerine kullandığı kalas üzerinde çayı taşıyan ikinci elemanı görünce kendime geldim. Böyle pratik yaratıcılıklar genelde bizde olur diye. Taşınabilir ve katlanır sandalyeler ,minik masalar ve hatta üzerlerinde mevsim çiçekli saksıları; alın size tipik bir çay bahçesi. Yalnız dalga güçlenince servisin kesildiğini unutmamak gerek.
Boğazın karşı yakasından haber vereyim biraz da. Kadıköy tarafı daha bir benzerdi İzmir'e sakinliğiyle. Ama dün çok şaşırdım ve üzüldüm. Trafik tam bir keşmekeş damperli inşaat yükü taşıyan kamyonların kuşatması yüzünden, o güzelim ağaçlı, bahçeli ve az katlı apartmanlarla dolu sokaklar günümüzün dönüşüm projeleriyle birden 14-15 katlı bloklarla dolmuş. Kısacası Kadıköy'ün o ferah nefesi kesilmiş büyük oranda. Eskiden her geçişimde duyumsadığım dinginlik sisler içinde yok olup gitmiş aynı dün akşamdan beri tüm İstanbul'a çöken sis gibi.
Sis deyince Tevfik Fikret'in ölümsüz şiiri geliyor usuma. Tam 112 yıl önce yazılan şiir günümüz İstanbul'una da uyuyor özellikle her gün biraz daha bozulan siluetiyle. Bugün uçaktan çekilen sisli kent görüntüleri bana bilim kurgu filmlerinin nükleer savaş sonrası görüntülerini anımsattı, gelişigüzel her köşeye serpiştirdikleri gök kazıyanlar yüzünden. Rasyonel düşünürsek, bunca iç göç ve artan nüfus yüzünden ve gelişen teknolojiyle çok katlı yapılara gereksinim var. Ancak şehrin karakterini bozmadan yeni imar bölgeleri varken bu hırs, bu yağma neden?
Bu yazı Tevfik Fikret'i anmaya dönüştü. Haydi bakalım, sıra geldi 'Han-ı Yağma' şiirine.
Eh, böyle anmalarla idare edeceğiz artık. Nur topu gibi, çeşitli nurların içinden gelen, yüce(!) meclisimizin tekme tokat, küfür sever, eleştiriye gelmez bağzı üyelerinin çabucak geçirip sonra da en tepeden yeni tür şartlı onaylanıp geçen ve neyse ki kadim ana muhalefet partimizin daha önceden itiraz hakkını en yüce mahkemeye yolladığı yeni bir Internet yasamız var.
Yine kararttım renkleri ne yazık ki. Ne yapalım görmezden gelmek olanaksız yaşadıkça yok edilenleri. Biraz dost sofralarından yazalım da yazının lezzeti artsın.
Şule'ye bir kez daha teşekkür ediyorum, o güzel yemekleri için, sunumu için, dostluğu için. Sakın diğer sevgili dostlarım alınmasın ama Yanya usulü enginar bir başka güzeldi ve de pırasalı, naneli pilav da öyle. Beyaz soğanın suda pişmesi mi püf noktası bilemem, öğrendim, uygulayacağım onu bilirim.
Sonra bir de 41 yıllık arkadaşım, Sevgi'ciğimde içilen çay, üstüne İşsanat'da dinlenen mükemmel Mozart yorumları...
Bir yudum nefes...
Bir aylık İstanbul özlemimi Boğaz yürüyüşüyle ve mevsime hiç uymayan parlak güneş ışığıyla giderdim önce. Bebek Parkı'nda korunmaya alınmış ağaç, bir an nerede olduğumu unutturdu. İnsanını korumayan bir ülke vatandaşı değil de uygar ve çevreci bir ülkede yaşıyormuşum sandım. Az ilerleyince kıyıya yanaştırdığı sandalında çay ocağı kurmuş yaşlı adamı ve pasarella yerine kullandığı kalas üzerinde çayı taşıyan ikinci elemanı görünce kendime geldim. Böyle pratik yaratıcılıklar genelde bizde olur diye. Taşınabilir ve katlanır sandalyeler ,minik masalar ve hatta üzerlerinde mevsim çiçekli saksıları; alın size tipik bir çay bahçesi. Yalnız dalga güçlenince servisin kesildiğini unutmamak gerek.
Boğazın karşı yakasından haber vereyim biraz da. Kadıköy tarafı daha bir benzerdi İzmir'e sakinliğiyle. Ama dün çok şaşırdım ve üzüldüm. Trafik tam bir keşmekeş damperli inşaat yükü taşıyan kamyonların kuşatması yüzünden, o güzelim ağaçlı, bahçeli ve az katlı apartmanlarla dolu sokaklar günümüzün dönüşüm projeleriyle birden 14-15 katlı bloklarla dolmuş. Kısacası Kadıköy'ün o ferah nefesi kesilmiş büyük oranda. Eskiden her geçişimde duyumsadığım dinginlik sisler içinde yok olup gitmiş aynı dün akşamdan beri tüm İstanbul'a çöken sis gibi.
Sis deyince Tevfik Fikret'in ölümsüz şiiri geliyor usuma. Tam 112 yıl önce yazılan şiir günümüz İstanbul'una da uyuyor özellikle her gün biraz daha bozulan siluetiyle. Bugün uçaktan çekilen sisli kent görüntüleri bana bilim kurgu filmlerinin nükleer savaş sonrası görüntülerini anımsattı, gelişigüzel her köşeye serpiştirdikleri gök kazıyanlar yüzünden. Rasyonel düşünürsek, bunca iç göç ve artan nüfus yüzünden ve gelişen teknolojiyle çok katlı yapılara gereksinim var. Ancak şehrin karakterini bozmadan yeni imar bölgeleri varken bu hırs, bu yağma neden?
Bu yazı Tevfik Fikret'i anmaya dönüştü. Haydi bakalım, sıra geldi 'Han-ı Yağma' şiirine.
Eh, böyle anmalarla idare edeceğiz artık. Nur topu gibi, çeşitli nurların içinden gelen, yüce(!) meclisimizin tekme tokat, küfür sever, eleştiriye gelmez bağzı üyelerinin çabucak geçirip sonra da en tepeden yeni tür şartlı onaylanıp geçen ve neyse ki kadim ana muhalefet partimizin daha önceden itiraz hakkını en yüce mahkemeye yolladığı yeni bir Internet yasamız var.
Yine kararttım renkleri ne yazık ki. Ne yapalım görmezden gelmek olanaksız yaşadıkça yok edilenleri. Biraz dost sofralarından yazalım da yazının lezzeti artsın.
Şule'ye bir kez daha teşekkür ediyorum, o güzel yemekleri için, sunumu için, dostluğu için. Sakın diğer sevgili dostlarım alınmasın ama Yanya usulü enginar bir başka güzeldi ve de pırasalı, naneli pilav da öyle. Beyaz soğanın suda pişmesi mi püf noktası bilemem, öğrendim, uygulayacağım onu bilirim.
Sonra bir de 41 yıllık arkadaşım, Sevgi'ciğimde içilen çay, üstüne İşsanat'da dinlenen mükemmel Mozart yorumları...
Bir yudum nefes...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)