24 Eylül 2014 Çarşamba

İSTİYORUZ

öğretmenlerimiz ve velilerimiz sokakta. Belki sayıları az, katılımları umduğumuzdan az ama yürekleri sokağa inme cesaretini gösterdi ya bu da bir başlangıç. 

On yaşındaki kız çocuklarımız okullarına isterlerse baş örtüleriyle de gidebilirmiş; velilerden talep gelmiş. Aman ne de duyarlıymış bizim eğitim bakanlığımız. Sen türbanı beşinci sınıfa dek indir, sonra da talep diye açıkla. 

O halde bizim de eğitimci olarak taleplerimiz var. Çağdaş eğitim istiyoruz. Ders programlarında bilime dayalı konular istiyoruz, seçmeli derslerde sanata, sorgulamaya, düşünce tarihine ve gerçek bilimsel araştırma tabanına dayanan modeller istiyoruz. Ayrıştırılan Türkiye'de barış eğitimi istiyoruz. Çok sesli müzik tarihinin öğretilmesini, böylece bir yönden de takım ruhunun geliştirilmesini istiyoruz. Yabancı dili konuşabilen ve bunu araştırmalarında kullanabilen öğrenciler yetiştirilmesini istiyoruz. Bin odalı çalınan topraklara dikilen binalara, en son model uçaklara harcanan paraların öğretmenlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesine yatırılmasını istiyoruz. Örtünün altında sıkılan saçların yaptıkları sporun esintisinde dalgalanmasını istiyoruz. 

Çarşının yargılandığı değil, 'Gezi Direnişi' ve nedenlerinin öğretildiği bir ülke istiyoruz. Kentlerin ve yeşilin nasıl yağmalanıp siluetlerinin ne üstüne bozulduğunu öğretmek istiyoruz. RES, HES ve korkulan santraller yerine bu güneş ülkesinde güneş enerjisi nasıl geliştiriliri öğretmek istiyoruz. Görgü kurallarını öğretmek ve dil kullanımını zenginleştirmek istiyoruz. Çocuklarımıza şiiri, doğayı ve tınıyı algılama eğitimi vermek istiyoruz. Öğrenci konseylerinin kurulup her basamakta dileklerinin dikkate alınmasını görmek istiyoruz. 
Kısacası güneşi görmek istiyoruz. 

2 Eylül 2014 Salı

PERİ ANNEYİ BİR YIL SONRA ANARKEN

Bugün Peri annemi, çocuklarımın sevgili babaannesini sonsuzluğa uğurlayışımızın birinci yılı. Bloguma yazmaya başlarken ilk düşüncem biricik torunuma sevdiklerimizi tanıtmak, yaşadığımız günlerden etkilendiklerimi yansıtmaktı. Çünkü ''Söz uçar, yazı kalır'' fikrine inanmışımdır. Çocukluğumda yitirdiklerimi hep ikinci ağızdan dinleyerek yazdım. Keşke dememek için yazıyorum  elimden geldiğince.

Benim için Peri anne, tüm tanıyanlar için Ferihan, Perihan ya da nüfus kaydına göre Fikran hanım tanıdığım en doğal, en bozulmamış insanlardan biriydi. Doğduğu, büyüdüğü Tire'sine ve anılarına özellikle çocukluğuna bağlılığını hiç yitirmedi. 

On yedi yaşındaydım ilk tanıdığımda. Dünya güzeli, çağına göre uzun boylu, sarışın, mavi gözleriyle öyle güzeldi ki. Aslında birbirimizi ilk kabullenmemiz pek de kolay olmadı. Aynı yerde doğup büyümemize karşın aile yapılarımız çok farklıydı.

Tire'nin eski ailelerinden, medrese alimlerinden Rıfat Hocanın torunuydu. Sevgili babacığını henüz on beş yaşındayken yitirmiş, güçlü bir babaanne ve ona kusursuz saygı gösteren annesi, biricik ablası ve küçük erkek kardeşiyle büyümüştü. Üzerlerindeki emeğini hiç unutmadığı büyük dayısı kol kanat germişti hepsine.  

Yirmi yaşındayken, onu hep çok seven eşiyle evlendirilmişti. Çok sevdiği kayın validesi Şakire hanım ve sert görünüşlü, otoriter kayın pederiyle aynı evde oturmuşlardı ilk yıllar. O zamanları tüm canlılığıyla anımsar ve anlatırdı bize.

Biricik oğlu henüz yirmi iki yaşında Tire'nin mübadil ailelerinden birinin torununu sevince hayalindeki yerli aileden gelin adayları birden bire yok olmuştu. Hele on yedi yaşındaki gelini, anne diyemediği için ilk yıllarda çok üzülmüştü. Üstüne üstlük bir de yakınları ''Ya oğlun okumayı bırakırsa,'' diyerek aklını karıştırınca başının ağrısını hiç durduramaz olmuştu. Ben her hafta sonu okul dönüşü ziyarete gittiğimde hep düşünceli ve başında çatkısıyla bulurdum onu. Ama ben de çocuktum daha, okuma aşkıyla doluydum. Üzülürdüm o haline. Herhalde yurt dışında okuyan oğlunu özlüyor diye düşünürdüm.

İlk yılların bu farklı anlayışı yıllar geçtikçe birbirinin halinden anlayan ve dinleyen iki dosta dönüştü. Onun öz Türkçe ve tam Tire ağzıyla güzelim sözleri benim gibi bir dil öğretmeni için eşsiz bir kaynaktı. Nazlı anlamında 'baylan, şikayetçiyim yerine 'yangınım', tembel yerine 'uluk', yavaş mizaçlı yerine 'tırıl' sözcüklerini kullanması ilk aklıma gelenler.

Bilgece bakardı bazı ilişkilere ve yakınlıklara. Duygudan çok mantık çerçevesinde karar verirdi. O zamanlar bana sert gelen söylemlerinin yıllar geçip de onun yaşına geldiğimde doğruluğunu anladım.Hatta, aramızda 'Muhacir kızı' olmamdan ötürü pek onaylamadığı ilk yılların anısına; ben de ona, ''Sizde de kesin bir karışıklık var. Bu sarışınlık ve mavişlik nereden geliyor?'' der, güldürürdüm. 

Oğlum ilk torunuydu ve çok düşkündü ona. Son nefesine dek de sürdü gitti sevgisi. Kızımla farklı bir bağları vardı. çok sık görüşemeseler de, her bir araya geldiklerinde acısını çıkarırlardı yoğun paylaşımlarıyla.

Dedeyi kaybedene dek klasik bayram buluşmaları yaşanır,  büyük aile bayram sofralarında toplanırdı. Zaten bu yüzden benim mutfağım Tire'nin iki farklı kültürünün birleşimidir aslında. Annemin Rumeli lezzetlerinin yerine her yemekte zeytinyağ ve daha az pişmiş,daha az et ve bol sebze (marulun bile yemeğini öğrendim), Tire'ye özgü patlıcanlı, domates, biberli pide, patlıcan balığı ve pisi pisi gibi hamur işleri menümüze yerleşti. Babaanne sarması,böreği, lor tatlısı ve keşkeğinin yeri hep ayrı oldu.

Ablasını erken yaşta kaybedince yaşama sevinci azaldı Peri annemin. Onlar birbirlerinden hiç ayrılmazlardı, çok farklı yapıda olsalar da. Hele dedeyi yitirince kendini eve kapatıp o çok sevdiği ve mükemmel yaptığı dantellere, örgülere verdi. Bir de son yıllarında  vazgeçemediği televizyon dizileri vardı.

Dindar bir ailede büyümesi ve hacca gitmesine karşın hep bağnazlıktan uzak kaldı. Kendi içinde yaşadı inancını.Yalnızca içki sofralarını hiç sevmezdi. bizlerle oturur, kadeh sayardı. 

Hep yalnız ve güçlü göründüğü için yoğun çalışmalı yıllarımızda onun yaşlandığını hiç anlayamadık; ta ki evin içinde şanssızca düşüp yatana dek. O günlerde bizi hep yanında istedi ama farklı şehirlerde oturduğumuz için telefon konuşmaları ve hafta sonu ziyaretleriyle yetinmek zorunda kaldı.

Ve geçen yıl bir haftanın içinde yaşlılığa bağlı zatürreden yitirdik. Hastanedeki odasında birlikte kurduğumuz iyileşip Çeşme'deki evimizde dinlenmesi düşümüz yarım kaldı. Sonsuz uykusunda huzur içinde uyusun.     

1 Eylül 2014 Pazartesi

BARIŞ İÇİN BİR DENİZ YILDIZI

Bir 'Dünya Barış Günü' daha geçti, her türden kirli savaş görüntülerinin içinden. Sosyal medyada barış güvercinleri ve dilekleri ilettik birbirimize, yıllardır yinelediğimiz gibi. Ancak yarın yine bol bol şiddet haberi okuyacağımızın ve barışın en temel anlamlarından biri olan hoşgörüden uzak bir dünyaya uyanacağımızın bilincindeyiz.

Acaba barış eğitimi verebilsek biraz olsun azaltabilir miyiz gezegenimizdeki şiddeti? Önce kendimize bir ayna tutalım. 

Öz eleştiri yapabiliyor muyuz?  
Mizah duygumuz benliğimize yerleşmiş mi? 
Düşüncelerimizi karşıt fikirde olanlarla sakince paylaşabiliyor muyuz? 
Toplumsal yaşamda öfke kontrolümüz ne düzeyde? 
Ön yargılardan uzak, dinleyip anlayabiliyor muyuz tüm insanları? 
Yeryüzündeki her canlının değerini biliyor muyuz? 
'İnsan olmak nedir?' diye soruyor muyuz kendimize?
Çocuk büyütmekle yetiştirmek arasındaki farkı sorguluyor muyuz?
Paylaşmanın güzelliğini anımsıyor muyuz?
Gönüllü çalışıyor muyuz katkıda bulunabileceğimiz alanlarda?
Çevre duyarlılığımız ne ölçüde?
Doğa katliamlarına karşı imza veriyor muyuz?
Bizim için değerli olan ilkelerimizi korumak için etkinliklere,yürüyüşlere katılıyor muyuz?
Sanat sevgimizle dünyamızı güzelleştiriyor muyuz?
Sevdiklerimize sevgimizi gösterebiliyor muyuz
Ne olursa olsun gülümseyerek 'merhaba' diyor muyuz?

Sakın bu toplumda hiç bir geçerliliği kalmadı tüm bu yanıtların deyip de kolayına kaçmayalım.

Ve en başta tüm eğitimcilerimiz yaşadıkları tüm olumsuzluklara karşın sınıflarında öğrencilerine hoşgörü ve uzlaşmanın önemini kavratsınlar. Belki başta anlaşılamayacaklar, farklı bir dünyadan gelmiş gibi görülecekler ama o pırıl pırıl gözlere sevgiyle baktıkları sürece sabırlarının karşılığını mutlaka alacaklar, dünya barışına bir deniz yıldızı yollamanın o anlamlı duygusunu yaşayacaklardır.