2 Eylül 2014 Salı

PERİ ANNEYİ BİR YIL SONRA ANARKEN

Bugün Peri annemi, çocuklarımın sevgili babaannesini sonsuzluğa uğurlayışımızın birinci yılı. Bloguma yazmaya başlarken ilk düşüncem biricik torunuma sevdiklerimizi tanıtmak, yaşadığımız günlerden etkilendiklerimi yansıtmaktı. Çünkü ''Söz uçar, yazı kalır'' fikrine inanmışımdır. Çocukluğumda yitirdiklerimi hep ikinci ağızdan dinleyerek yazdım. Keşke dememek için yazıyorum  elimden geldiğince.

Benim için Peri anne, tüm tanıyanlar için Ferihan, Perihan ya da nüfus kaydına göre Fikran hanım tanıdığım en doğal, en bozulmamış insanlardan biriydi. Doğduğu, büyüdüğü Tire'sine ve anılarına özellikle çocukluğuna bağlılığını hiç yitirmedi. 

On yedi yaşındaydım ilk tanıdığımda. Dünya güzeli, çağına göre uzun boylu, sarışın, mavi gözleriyle öyle güzeldi ki. Aslında birbirimizi ilk kabullenmemiz pek de kolay olmadı. Aynı yerde doğup büyümemize karşın aile yapılarımız çok farklıydı.

Tire'nin eski ailelerinden, medrese alimlerinden Rıfat Hocanın torunuydu. Sevgili babacığını henüz on beş yaşındayken yitirmiş, güçlü bir babaanne ve ona kusursuz saygı gösteren annesi, biricik ablası ve küçük erkek kardeşiyle büyümüştü. Üzerlerindeki emeğini hiç unutmadığı büyük dayısı kol kanat germişti hepsine.  

Yirmi yaşındayken, onu hep çok seven eşiyle evlendirilmişti. Çok sevdiği kayın validesi Şakire hanım ve sert görünüşlü, otoriter kayın pederiyle aynı evde oturmuşlardı ilk yıllar. O zamanları tüm canlılığıyla anımsar ve anlatırdı bize.

Biricik oğlu henüz yirmi iki yaşında Tire'nin mübadil ailelerinden birinin torununu sevince hayalindeki yerli aileden gelin adayları birden bire yok olmuştu. Hele on yedi yaşındaki gelini, anne diyemediği için ilk yıllarda çok üzülmüştü. Üstüne üstlük bir de yakınları ''Ya oğlun okumayı bırakırsa,'' diyerek aklını karıştırınca başının ağrısını hiç durduramaz olmuştu. Ben her hafta sonu okul dönüşü ziyarete gittiğimde hep düşünceli ve başında çatkısıyla bulurdum onu. Ama ben de çocuktum daha, okuma aşkıyla doluydum. Üzülürdüm o haline. Herhalde yurt dışında okuyan oğlunu özlüyor diye düşünürdüm.

İlk yılların bu farklı anlayışı yıllar geçtikçe birbirinin halinden anlayan ve dinleyen iki dosta dönüştü. Onun öz Türkçe ve tam Tire ağzıyla güzelim sözleri benim gibi bir dil öğretmeni için eşsiz bir kaynaktı. Nazlı anlamında 'baylan, şikayetçiyim yerine 'yangınım', tembel yerine 'uluk', yavaş mizaçlı yerine 'tırıl' sözcüklerini kullanması ilk aklıma gelenler.

Bilgece bakardı bazı ilişkilere ve yakınlıklara. Duygudan çok mantık çerçevesinde karar verirdi. O zamanlar bana sert gelen söylemlerinin yıllar geçip de onun yaşına geldiğimde doğruluğunu anladım.Hatta, aramızda 'Muhacir kızı' olmamdan ötürü pek onaylamadığı ilk yılların anısına; ben de ona, ''Sizde de kesin bir karışıklık var. Bu sarışınlık ve mavişlik nereden geliyor?'' der, güldürürdüm. 

Oğlum ilk torunuydu ve çok düşkündü ona. Son nefesine dek de sürdü gitti sevgisi. Kızımla farklı bir bağları vardı. çok sık görüşemeseler de, her bir araya geldiklerinde acısını çıkarırlardı yoğun paylaşımlarıyla.

Dedeyi kaybedene dek klasik bayram buluşmaları yaşanır,  büyük aile bayram sofralarında toplanırdı. Zaten bu yüzden benim mutfağım Tire'nin iki farklı kültürünün birleşimidir aslında. Annemin Rumeli lezzetlerinin yerine her yemekte zeytinyağ ve daha az pişmiş,daha az et ve bol sebze (marulun bile yemeğini öğrendim), Tire'ye özgü patlıcanlı, domates, biberli pide, patlıcan balığı ve pisi pisi gibi hamur işleri menümüze yerleşti. Babaanne sarması,böreği, lor tatlısı ve keşkeğinin yeri hep ayrı oldu.

Ablasını erken yaşta kaybedince yaşama sevinci azaldı Peri annemin. Onlar birbirlerinden hiç ayrılmazlardı, çok farklı yapıda olsalar da. Hele dedeyi yitirince kendini eve kapatıp o çok sevdiği ve mükemmel yaptığı dantellere, örgülere verdi. Bir de son yıllarında  vazgeçemediği televizyon dizileri vardı.

Dindar bir ailede büyümesi ve hacca gitmesine karşın hep bağnazlıktan uzak kaldı. Kendi içinde yaşadı inancını.Yalnızca içki sofralarını hiç sevmezdi. bizlerle oturur, kadeh sayardı. 

Hep yalnız ve güçlü göründüğü için yoğun çalışmalı yıllarımızda onun yaşlandığını hiç anlayamadık; ta ki evin içinde şanssızca düşüp yatana dek. O günlerde bizi hep yanında istedi ama farklı şehirlerde oturduğumuz için telefon konuşmaları ve hafta sonu ziyaretleriyle yetinmek zorunda kaldı.

Ve geçen yıl bir haftanın içinde yaşlılığa bağlı zatürreden yitirdik. Hastanedeki odasında birlikte kurduğumuz iyileşip Çeşme'deki evimizde dinlenmesi düşümüz yarım kaldı. Sonsuz uykusunda huzur içinde uyusun.     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder