16 Kasım 2014 Pazar

GÜMÜLCİNELİ KÜÇÜK ALİ AİLESİNİ BİR DAHA HİÇ GÖRMEDİ

Ali tren istasyonlarını hiç sevmezdi. İstasyonlar ayrılık ve kavuşmadır aslında. Ali içinse yalnızca ayrılık.Maviş gözlü küçücük çocuk Tuzla tren istasyonunda bırakıldı ve o anda bedeni minik olsa da ruhu birden yaşlandı. 

Bu bir mübadele öyküsü. Hani Lozan Mübadilleri Vakfı'nın temeli olan ''Çekilen acılar bir daha yaşanmasın'' ilkesinin en acı örneklerinden. 

1924 yılında Tuzla İstasyonu'nda mübadil kafilelerinin kalabalığındayız. Gümülcine'den gelen Zehra Hanım, genç yaşta eşi Hüseyin'i kaybetmesinin üzerine bir de mübadele kararının çıkmasıyla sinirleri yıpranmış, yorucu yolculuğun sonucunda perişan düşmüştür. Yanında henüz 17 yaşındaki yeni evli kızı, damadı, 13 yaşlarındaki büyük oğlu ve henüz okula başlamamış altı- yedi yaşlarındaki küçük oğlu Ali ile öyle çaresizdir ki halini gören istasyon şefinin ''İsterseniz bu küçücük çocuğu da peşinizden sürüklemeyin. Benim hali vakti yerinde  akrabalarım var. Onlar Ali'ye iyi bakarlar.'', önerisini bir anda kabul eder ve bırakır oğulcuğunu. 

Ali tutar, istasyon şefinin elinden, İstanbul'da eskiden sarayın saraç başı olan yeni ailesine giderler. Ve bir daha kendi ailesini hiç göremez, hiç haber alamaz.

Ali'nin yeni ailesi ona iyi bakar. Evin babasının  Mercan , Uzun Çarşı'da işliği vardır. Ali'nin ustası olur ve onu iyi yetiştirir. Ali durumunu kabulenmiştir. Tek üzüntüsü evin çocukları okula giderken onun gönderilmeyişidir. Kendi kendine öğrenir okuma yazmayı. Ustasıyla en güzel zamanları, tatil günlerinde, sabahın erken saatlerinde, birlikte Belgrad Ormanları'na gidip bülbüllerin seslerini dinlemeleridir. 

Yıllar geçer. Ali iyi bir saraç olmuş, atlarına koşum takımları yaptıranlar onu aramaya başlamışlardır. Ekonomik durumu zora giren, oturdukları konağı elinden çıkaran ustasına daha fazla yük olmak istemez. Kendi kanatlarıyla uçmak ister. Uzunçarşı'nın ufak tefek, maviş Ali'sini sevmeyen yoktur. Zaten soyadı yasası çıktığında da o yüzden'Küçük' olur isteği. Daha önce başkaları aldığı için seçimini 'Çokküçük' olarak yapar. 

Tanıdıklarının araya girmesiyle İstanbullu Muazzez Hanımla evlenir. Muazzez Hanımın daha önceki evliliğinden iki yaşlarında Olcay isimli bir kızı vardır. Çiftin Mete, Mine ve Hüseyin adını koydukları üç çocukları olur. Muazzez  Hanım eşi gibi mavi gözlü ancak uzun boylu bir hanımdır. Öyle ki eşiyle ayakkabı numaraları aynıdır. 

Ali Usta çok iyi kalpli, acıların olgunlaştırdığı bir insan olarak, hiç kimse hakkında tek kötü söz söylemeden yaşadı 96 yaşına dek. Geleneksel babalardandı.Çocuklarını çok sevdi ama sevgisini ulu orta göstermeyi sevmezdi.   Ustasını hiç unutmadı. Büyükçekmece'ye taşınmışlar orada da yakın olmuşlardı. Ziyaretlerini hiç aksatmadı. 

Yaşamının son bir yılında artık pek bir şeyin farkında değildi. Hep doğduğu toprakları özledi ama bir kez daha göremeden ayrıldı bu dünyadan.

Çocuklarından, Mete'nin Tünel'deki iş yerine yıllar sonra bir gün bir müşteri gelir. Uzun bir süre önce Türkiye'den göç etmiş Musevi ailelerden birinin oğludur. Sohbet ederlerken, babasının eskiden Uzun Çarşı'da çalıştığını ve çocukluğunda babasının yanına gittiğinde, orada Ali Amca diye birinin onu çok sevdiğini ve Ali Amcasını çok özlediğini söyler. Ve anlar ki Ali Amcasını göremese de oğluyla sohbet etmektedir. 

Işıklar içinde yat Ali Amca. Belki bu yazıyı okuyan bir akraban çıkar da yıllar sonra çocuklarınız, torunlarınız kavuşur. 

Öykünü bana anlatan, seni çok seven ve özleyen lise arkadaşım sevgili Necla Çokküçük'e çok teşekkürler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder