Benim için anlamı çok farklı geziyi anlatmaya çalışacağım bugün. Biliyorum yüreklerimiz kararıyor günden güne... Belki de onun için dostluk ve müziğin paylaşıldığı sözcükleri paylaşmak çok daha önemli. Karaferye'ye ya da bugünkü adıyla Veria'ya, aile büyüklerimin doğup büyüdüğü, kuşaklar boyu anıların saklı kaldığı ve 'Mübadele' ile ayrıldıkları topraklarda ilk kez koromuzla müziği ve dostluğu paylaştık 20-22 Kasım 2015 arası. Yine, yeniden unutulmazları ekledik belleklerimize ve yüreklerimize.
Sisli bir İstanbul sabahında erkenden çıktık yola. Bu kez tek bir otobüste koromuz ve konuklarımız hep birlikteydik. Koromuzun üyelerinin yarısı işleri nedeniyle katılamamışlardı bu yolculuğa. Ve bilge çınarımız Lütfü Amcamız da yoktu yanımızda. Teyzem, kardeşim ve kuzenim, diğer Karaferyeli konuklarımız güç verdiler bize gelemeyenlerin eksikliğini hissetmememiz için. Sevgili Ayla Ablam da Lütfü Amcamızın koltuklarından birinde onun gibi, varlığıyla bize enerji vererek oturdu yol boyu. Hemen yanında diğer tarafta da vakfımızın en büyük emekçileri Sulamız ve Sefer Beyimiz.
En arka koltuklar sevgili şefimiz ve müzisyenlerimize ayrılmıştı. Tam on bir saatte ulaşabildik Giannitsa/Yenice-Vardar'daki otelimiz Pella'ya. Çabucak hazırlanıp Gazi Evrenos Bey Türbesi'ndeki 'Mübadil Aile Öyküleri' sergimizin açılışı ve mini konserimize katılmak üzere bir kez daha otobüslerimize bindik. Bir polisin eskortluğunda ulaştık türbeye. Teyzemin otobüste dağıtmak üzere getirdiği çikolataları da eskort polisimizi sevindirdi doğrusu. Böylece ''Kime niyet, kime kısmet'' deyişinin doğruluğu da bir kez daha kanıtlandı.
Tarihsel açıdan böyle değerli bir yerde aile öykümü bir kez daha görmek ve bu kez aile bireylerimle paylaşmak o kadar güzeldi ki... Açılışta Yunanistan sanayi bakan yardımcısı ve başkonsolosumuz konuşma yaptılar. Sefer Bey, bu tür restorasyonların ortak belleğimize sağladığı katkının önemini vurguladı ve desteklerin artmasını diledi. Sula da her zamanki gibi akıcı çevirisiyle açılışın anlamını güçlendirdi.
Açılış sonrası, şefimiz Garip Meriç Mansuroğlu, müzisyenlerimiz Dr. Erdal Oltulu, Emin Çetin, Dilek Orhan ve Görkem Şişko ve on beş kişilik koromuz mini bir konser verdik açık ve soğuk havada. Ayakta çalan sevgili müzisyenlerimizin işi hiç de kolay değildi doğrusu ama şarkılarımıza eşlik edenlerin alkışları her şeyi unutturdu.
Akşam yemeği, Giannitsa belediye başkanınca düzenlenmişti. İki ulusun dostluğuna müzisyenlerimizin katkısı büyük oldu. Hep birlikte ortak şarkılarımız,halaylarımız ve Yasemin'in dördüncü doğum günü pastası ki Sophia'nın annesi tarafından çok güzel yapılmıştı üflendi ve sevgili arkadaşımızın tam gönlüne göre memlekette de kutlandı.
Ertesi sabah, kültür turumuza başladık. Gazi Evrenos Bey Türbesi'ni, saat kulesini gün ışığında görüp Pella antik kentini ve hemen yanındaki Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret ettik. Avrupa Birliği'nin desteğiyle açılan müze, İsa'dan önce 4. yüzyıla dayanan ve Makedonya'nın ilk krallığı olması nedeniyle çok önem taşıyan buluntularıyla hepimizin ilgisini çekti. Müze dört farklı temada yerleştirilmişti. Birinci tema, Pella'nın ilk yerleşim evlerinin yeniden canlandırılmış günlük yaşam örnekleri ve özgün mozaikleri üzerineydi. İkincisi Agora ve ona dayalı buluntular, üçüncüsü kutsal yapılar ve mozaikleri ve son tema da Bronz ve Demir çağlarından Hellenistik döneme dek uzanan mezar kalıtlarıydı. Gerçekten gezilip görülmeye ve daha çok zaman geçirmeye değerdi.
İkinci durağımız Vergina'da Büyük İskender'in babası II. Philip'in kraliyet hazinesi ve tümülüsüydü. Akıl almaz hazinenin yer aldığı bölümler ve mezarın aydınlatılmasında renklerin işlevi göz önünde tutulmuştu. Ölümle ilgili herşey grinin gölgesinde kalırken, elde edilen hazineler için dökülen kanları anımsatmak için kırmızı kullanılmış, yaşamla ilgili objelerdeyse, güneşin parlak renkleri yansıtılmış. Her ne kadar fotoğraf ve kamera kullanımı yasaksa da genlerimiz olmayacak yerde yasa tanımaz olduğundan hemen hepimizde cep telefonları marifetiyle bir kaç poz bulunmaktadır..!
Müzelerde renkler işlevsel olsa da doğa bize tüm cömertliğiyle güz renklerini ve çiçeklerini sunuyordu bahçelerde ve yollarda.
Narlar ve tazecik cevizler de önce gönlümüzü sonra midelerimizi şenlendirdiler. Burada yazmadan geçemeyeceğim bir küçük anımız da var. Müze yolundaki ceviz satıcısı yaşlı adam, Muzaffer arkadaşımız sayesinde stoğundaki tüm cevizleri sattı, ben de fiyat öğrenme konusunda ilk basamak Yunancamla yardımcı oldum:))) Yunanca kursundaki beş haftadan sonra çıktığım ilk geziydi bu. Tüm levhaları yeni öğrenen çocukların merakıyla okuyup Yunanlı dostları kendi dillerinde selamlamak ve teşekkür etmek, gülümseyen yüzlerle karşılık almak çok hoştu.
Koronun en deneyimli üyelerinin dostları hep yanımızdaydılar. Üstte de yazdığım gibi doğum günü pastalarından, Muratis'in bizim için hazırladığı özel sepetlere, Yorgo'nun sunduğu Veria'nın tarihini yansıtan ahşap objelere dek dostluk yansıdı tüm armağanlarda. Bizden de onlara doğal olarak.
Evet, sonunda Karaferye'deyiz. Babaannemin anılarından dinlediğim, kocaman kürklü deri sandığın çocukluğumdaki gizeminin yola çıktığı memleket. Yine güzel, üçüncü ziyaretimde. Yine biraz Tire, biraz Bursa sanki. Çermen Mahallesi'nin sakinlerinin çocukları, torunları geziyoruz hep birlikte, büyüklerimizin ruhlarına gitmesini dileyerek. Teyzem ve kuzenim Gonca ikinci kuşak mübadiller olarak ilk kez görüyorlar baba şehrini. Bol bol fotoğraf çekiyoruz eski mahallede. Hep birlikte yenen yemekten sonra biz dördümüz Barbuta Deresi'nin üzerine kurulmuş ve korumaya alınmış o zamanın Karaferye'sinde yoğun nüfusa sahip Yahudi mahallesini görmeye karar veriyoruz. İyi ki gitmişiz. Derenin çağlayan suları, yaprakların güzelim renkleri ve eski evler, içtiğimiz kahve nasıl da iyi geliyor konser öncesi.
Dönüşte yine taksiyle buluşma yerimize ulaşıyoruz. Babacığımın çok sevdiği, anneciğimin de çok güzel yaptığı, bizim yoğurt tatlımıza benzeyen revanilerinden yiyoruz bu kez. Yanımızda adaşım sevgili koristimiz de var, Fontana Cafe'de. Biz dışardayız, iç kısımda da diğer Verialılar Erol abimiz başkanlığında tatlı ve sahlep severler olarak yerlerini almışlar. Eh, bu kadar keyif yeter. Artık konserimize hazırlanmak gerek.
Konser vereceğimiz salonun girişinde tanıdık yüzler karşılıyor bizi. Daha önce birlikte konserler verdiğimiz Veria Küçük Asyalılar Derneği ve Neos Milotopos Kapadokyalılar Derneği'nin koro üyeleriyle sarılıp kucaklaşıyoruz. Prova sonrası dinlenip sohbet ediyoruz.
Bu konser diğerlerinden farklı olarak tüm biletleri özürlü çocuklar derneği yararına satılmış bir dinleti. Biz de katkıda bulunduğumuz için sevinçliyiz. Ayrıca Çatalca ve Edessa konserlerimizde, karşılıklı olarak ilk kez ata vatanlarını ziyaret eden mübadillerimizin ziyaret öncesi ve sonrası anılarını anlattıkları, Sula Aslanoğlu, Tanaş Çimbis Sefer Güvenç ve ailesinin, Esat Ergelen koordinatörlüğünde başkanımız Ümit İşler, müze görevlimiz Müge Ürpek Toker ve hep yanımızda olan Necmettin Güvenç'in görüşmeleri yaptıkları, büyük emekle kısa sürede hazırlanan öykülere benim de son okumada destek olmaktan kıvanç duyduğum, duygu yüklü anıların yer aldığı, ''Onlar İki Kere Yabancıydılar'' sergisinin ve kitabının ilk açılışı ve tanıtımı girişte yer alıyor.
Konserimiz çok coşkulu geçti. Biz, diğer iki koronun aksine sahnede bitimsiz enerjisini dinleyiciye de yansıtan sevgili şefimiz, dört değerli müzisyenimizle yalnızca 20 kişiydik görüntüde. Yüreklerimize gelemeyen arkadaşlarımızın coşkusu da katılınca çok kalabalık olduk yine. Son üç şarkımızı üç koro hep birlikte kol kola, omuz omuza söyledik barış için, barış uğruna can verenler için, barış isteyen düşleyen herkes için...
Dönüşteyiz. Konser sonrası gittiğimiz tavernanın şarkıları ve şarkıcıları, danslarımızın neşesiyle az uykuyla geçen geceye karşın yüzlerimiz gülüyor. Teyzem, Gülruş'umuzun müzik anılarıyla sekiz yıl sonra ilk kez bu kadar yüzleşti. Selanik Türküsü'nü canımız Gülruş'umuz söylermiş gibi dinlerken gözleri buğuluydu. Ama Dilek ve Garip'in de teyzesi olmaktan çok mutluydu. Çocukluğunun Tire'sini anımsadı hep Yunanistan'ın sakin ve yeşili bol yollarında. Kuzenim Gonca, Osman Amcacığımın dört yaşındaki mübadil yolculuğunu yüreğinde yaşadı, Erdal Bey'in tüm uğraşına karşın şarkı söylemese de kahkahaları eksilmedi. Biricik kardeşimle üç güzel günü paylaşmanın sevincindeyiz.
Selanik ziyaretimiz çok kısa olsa da Atamızın evini ziyaret edip Selanik'in dalgalı kordonboyunu, Beyaz Kule'sini de gördük bir kez daha. Füsun, Yasemin ve Belgin üçlümüzü bıraktık Selanik'de uçakla dönecekleri için. Bizim için biraz daha gezerler.
Güzel şehir Kavala'da öğle yemeğimiz daha önceki gelişlerimizin anılarıyla daha bir lezzetlendi. Kurabiyelerimiz alındı. Malkara molamız verildi. Geleneksel peynir ve tost, çay seremonisi gerçekleştirildi. Hatta 'O Ses Kavala' doğaçlama performansı Erdal Bey'in solo isteğiyle ustalıkla gerçekleştirildi. 'Müzisyenlerin Çekirdek Çitlemesi' kısa filmi sayısız provadan sonra çekilip arşivimizdeki yerini aldı. Kulaklarım üflemelere karşın hala sağlam gibi ve İstanbul'un yeni korkutucu siluetinden geçerek gece yarısı ikide evdeyiz.
YENİ GEZİLERİMİZE, KONSERLERİMİZE YÜREKLERİ BARIŞ, DOSTLUK, MÜZİK VE İNSANCA YAŞAM İÇİN ATAN HERKESİ BEKLİYORUZ UMUTLARIMIZI EKSİLTMEDEN...
Sisli bir İstanbul sabahında erkenden çıktık yola. Bu kez tek bir otobüste koromuz ve konuklarımız hep birlikteydik. Koromuzun üyelerinin yarısı işleri nedeniyle katılamamışlardı bu yolculuğa. Ve bilge çınarımız Lütfü Amcamız da yoktu yanımızda. Teyzem, kardeşim ve kuzenim, diğer Karaferyeli konuklarımız güç verdiler bize gelemeyenlerin eksikliğini hissetmememiz için. Sevgili Ayla Ablam da Lütfü Amcamızın koltuklarından birinde onun gibi, varlığıyla bize enerji vererek oturdu yol boyu. Hemen yanında diğer tarafta da vakfımızın en büyük emekçileri Sulamız ve Sefer Beyimiz.
En arka koltuklar sevgili şefimiz ve müzisyenlerimize ayrılmıştı. Tam on bir saatte ulaşabildik Giannitsa/Yenice-Vardar'daki otelimiz Pella'ya. Çabucak hazırlanıp Gazi Evrenos Bey Türbesi'ndeki 'Mübadil Aile Öyküleri' sergimizin açılışı ve mini konserimize katılmak üzere bir kez daha otobüslerimize bindik. Bir polisin eskortluğunda ulaştık türbeye. Teyzemin otobüste dağıtmak üzere getirdiği çikolataları da eskort polisimizi sevindirdi doğrusu. Böylece ''Kime niyet, kime kısmet'' deyişinin doğruluğu da bir kez daha kanıtlandı.
Tarihsel açıdan böyle değerli bir yerde aile öykümü bir kez daha görmek ve bu kez aile bireylerimle paylaşmak o kadar güzeldi ki... Açılışta Yunanistan sanayi bakan yardımcısı ve başkonsolosumuz konuşma yaptılar. Sefer Bey, bu tür restorasyonların ortak belleğimize sağladığı katkının önemini vurguladı ve desteklerin artmasını diledi. Sula da her zamanki gibi akıcı çevirisiyle açılışın anlamını güçlendirdi.
Açılış sonrası, şefimiz Garip Meriç Mansuroğlu, müzisyenlerimiz Dr. Erdal Oltulu, Emin Çetin, Dilek Orhan ve Görkem Şişko ve on beş kişilik koromuz mini bir konser verdik açık ve soğuk havada. Ayakta çalan sevgili müzisyenlerimizin işi hiç de kolay değildi doğrusu ama şarkılarımıza eşlik edenlerin alkışları her şeyi unutturdu.
Akşam yemeği, Giannitsa belediye başkanınca düzenlenmişti. İki ulusun dostluğuna müzisyenlerimizin katkısı büyük oldu. Hep birlikte ortak şarkılarımız,halaylarımız ve Yasemin'in dördüncü doğum günü pastası ki Sophia'nın annesi tarafından çok güzel yapılmıştı üflendi ve sevgili arkadaşımızın tam gönlüne göre memlekette de kutlandı.
Ertesi sabah, kültür turumuza başladık. Gazi Evrenos Bey Türbesi'ni, saat kulesini gün ışığında görüp Pella antik kentini ve hemen yanındaki Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret ettik. Avrupa Birliği'nin desteğiyle açılan müze, İsa'dan önce 4. yüzyıla dayanan ve Makedonya'nın ilk krallığı olması nedeniyle çok önem taşıyan buluntularıyla hepimizin ilgisini çekti. Müze dört farklı temada yerleştirilmişti. Birinci tema, Pella'nın ilk yerleşim evlerinin yeniden canlandırılmış günlük yaşam örnekleri ve özgün mozaikleri üzerineydi. İkincisi Agora ve ona dayalı buluntular, üçüncüsü kutsal yapılar ve mozaikleri ve son tema da Bronz ve Demir çağlarından Hellenistik döneme dek uzanan mezar kalıtlarıydı. Gerçekten gezilip görülmeye ve daha çok zaman geçirmeye değerdi.
İkinci durağımız Vergina'da Büyük İskender'in babası II. Philip'in kraliyet hazinesi ve tümülüsüydü. Akıl almaz hazinenin yer aldığı bölümler ve mezarın aydınlatılmasında renklerin işlevi göz önünde tutulmuştu. Ölümle ilgili herşey grinin gölgesinde kalırken, elde edilen hazineler için dökülen kanları anımsatmak için kırmızı kullanılmış, yaşamla ilgili objelerdeyse, güneşin parlak renkleri yansıtılmış. Her ne kadar fotoğraf ve kamera kullanımı yasaksa da genlerimiz olmayacak yerde yasa tanımaz olduğundan hemen hepimizde cep telefonları marifetiyle bir kaç poz bulunmaktadır..!
Müzelerde renkler işlevsel olsa da doğa bize tüm cömertliğiyle güz renklerini ve çiçeklerini sunuyordu bahçelerde ve yollarda.
Narlar ve tazecik cevizler de önce gönlümüzü sonra midelerimizi şenlendirdiler. Burada yazmadan geçemeyeceğim bir küçük anımız da var. Müze yolundaki ceviz satıcısı yaşlı adam, Muzaffer arkadaşımız sayesinde stoğundaki tüm cevizleri sattı, ben de fiyat öğrenme konusunda ilk basamak Yunancamla yardımcı oldum:))) Yunanca kursundaki beş haftadan sonra çıktığım ilk geziydi bu. Tüm levhaları yeni öğrenen çocukların merakıyla okuyup Yunanlı dostları kendi dillerinde selamlamak ve teşekkür etmek, gülümseyen yüzlerle karşılık almak çok hoştu.
Koronun en deneyimli üyelerinin dostları hep yanımızdaydılar. Üstte de yazdığım gibi doğum günü pastalarından, Muratis'in bizim için hazırladığı özel sepetlere, Yorgo'nun sunduğu Veria'nın tarihini yansıtan ahşap objelere dek dostluk yansıdı tüm armağanlarda. Bizden de onlara doğal olarak.
Evet, sonunda Karaferye'deyiz. Babaannemin anılarından dinlediğim, kocaman kürklü deri sandığın çocukluğumdaki gizeminin yola çıktığı memleket. Yine güzel, üçüncü ziyaretimde. Yine biraz Tire, biraz Bursa sanki. Çermen Mahallesi'nin sakinlerinin çocukları, torunları geziyoruz hep birlikte, büyüklerimizin ruhlarına gitmesini dileyerek. Teyzem ve kuzenim Gonca ikinci kuşak mübadiller olarak ilk kez görüyorlar baba şehrini. Bol bol fotoğraf çekiyoruz eski mahallede. Hep birlikte yenen yemekten sonra biz dördümüz Barbuta Deresi'nin üzerine kurulmuş ve korumaya alınmış o zamanın Karaferye'sinde yoğun nüfusa sahip Yahudi mahallesini görmeye karar veriyoruz. İyi ki gitmişiz. Derenin çağlayan suları, yaprakların güzelim renkleri ve eski evler, içtiğimiz kahve nasıl da iyi geliyor konser öncesi.
Dönüşte yine taksiyle buluşma yerimize ulaşıyoruz. Babacığımın çok sevdiği, anneciğimin de çok güzel yaptığı, bizim yoğurt tatlımıza benzeyen revanilerinden yiyoruz bu kez. Yanımızda adaşım sevgili koristimiz de var, Fontana Cafe'de. Biz dışardayız, iç kısımda da diğer Verialılar Erol abimiz başkanlığında tatlı ve sahlep severler olarak yerlerini almışlar. Eh, bu kadar keyif yeter. Artık konserimize hazırlanmak gerek.
Konser vereceğimiz salonun girişinde tanıdık yüzler karşılıyor bizi. Daha önce birlikte konserler verdiğimiz Veria Küçük Asyalılar Derneği ve Neos Milotopos Kapadokyalılar Derneği'nin koro üyeleriyle sarılıp kucaklaşıyoruz. Prova sonrası dinlenip sohbet ediyoruz.
Bu konser diğerlerinden farklı olarak tüm biletleri özürlü çocuklar derneği yararına satılmış bir dinleti. Biz de katkıda bulunduğumuz için sevinçliyiz. Ayrıca Çatalca ve Edessa konserlerimizde, karşılıklı olarak ilk kez ata vatanlarını ziyaret eden mübadillerimizin ziyaret öncesi ve sonrası anılarını anlattıkları, Sula Aslanoğlu, Tanaş Çimbis Sefer Güvenç ve ailesinin, Esat Ergelen koordinatörlüğünde başkanımız Ümit İşler, müze görevlimiz Müge Ürpek Toker ve hep yanımızda olan Necmettin Güvenç'in görüşmeleri yaptıkları, büyük emekle kısa sürede hazırlanan öykülere benim de son okumada destek olmaktan kıvanç duyduğum, duygu yüklü anıların yer aldığı, ''Onlar İki Kere Yabancıydılar'' sergisinin ve kitabının ilk açılışı ve tanıtımı girişte yer alıyor.
Konserimiz çok coşkulu geçti. Biz, diğer iki koronun aksine sahnede bitimsiz enerjisini dinleyiciye de yansıtan sevgili şefimiz, dört değerli müzisyenimizle yalnızca 20 kişiydik görüntüde. Yüreklerimize gelemeyen arkadaşlarımızın coşkusu da katılınca çok kalabalık olduk yine. Son üç şarkımızı üç koro hep birlikte kol kola, omuz omuza söyledik barış için, barış uğruna can verenler için, barış isteyen düşleyen herkes için...
Dönüşteyiz. Konser sonrası gittiğimiz tavernanın şarkıları ve şarkıcıları, danslarımızın neşesiyle az uykuyla geçen geceye karşın yüzlerimiz gülüyor. Teyzem, Gülruş'umuzun müzik anılarıyla sekiz yıl sonra ilk kez bu kadar yüzleşti. Selanik Türküsü'nü canımız Gülruş'umuz söylermiş gibi dinlerken gözleri buğuluydu. Ama Dilek ve Garip'in de teyzesi olmaktan çok mutluydu. Çocukluğunun Tire'sini anımsadı hep Yunanistan'ın sakin ve yeşili bol yollarında. Kuzenim Gonca, Osman Amcacığımın dört yaşındaki mübadil yolculuğunu yüreğinde yaşadı, Erdal Bey'in tüm uğraşına karşın şarkı söylemese de kahkahaları eksilmedi. Biricik kardeşimle üç güzel günü paylaşmanın sevincindeyiz.
Selanik ziyaretimiz çok kısa olsa da Atamızın evini ziyaret edip Selanik'in dalgalı kordonboyunu, Beyaz Kule'sini de gördük bir kez daha. Füsun, Yasemin ve Belgin üçlümüzü bıraktık Selanik'de uçakla dönecekleri için. Bizim için biraz daha gezerler.
Güzel şehir Kavala'da öğle yemeğimiz daha önceki gelişlerimizin anılarıyla daha bir lezzetlendi. Kurabiyelerimiz alındı. Malkara molamız verildi. Geleneksel peynir ve tost, çay seremonisi gerçekleştirildi. Hatta 'O Ses Kavala' doğaçlama performansı Erdal Bey'in solo isteğiyle ustalıkla gerçekleştirildi. 'Müzisyenlerin Çekirdek Çitlemesi' kısa filmi sayısız provadan sonra çekilip arşivimizdeki yerini aldı. Kulaklarım üflemelere karşın hala sağlam gibi ve İstanbul'un yeni korkutucu siluetinden geçerek gece yarısı ikide evdeyiz.
YENİ GEZİLERİMİZE, KONSERLERİMİZE YÜREKLERİ BARIŞ, DOSTLUK, MÜZİK VE İNSANCA YAŞAM İÇİN ATAN HERKESİ BEKLİYORUZ UMUTLARIMIZI EKSİLTMEDEN...
Elinize kalemine yüreğinize sağlık Belgin hanım.
YanıtlaSil