17 Eylül 2012 Pazartesi

TOPRAĞIN ÇOCUKLARI'NDAN 4+4+4 'E

Son üç haftadır yazmak isteyip yazamadığım ne çok olay oldu yaşadığımız topraklarda. Havada yoğun bir nem yüreklerimizde eylül hüznü... Gencecik şehitler, Afyon'da ve yurdun dört bir yanında sonsuzluğa uğurlamalar... Her geçen gün barış umutlarından uzaklaşma, her sabah okunan gazetelerle kararan yürekler... Ama eğitimci kimliğimle, bugün, dönüştürme politikasının en korkutucu adımı olan 4+4+4 sistemsizliğiyle okullarına ilk adımı atan minikleri düşündükçe her şey daha çok anlamsızlaştı, karanlığın en koyusuna daha bir yaklaştığımızı duyumsadım. Ve bir zamanlar bu toprakların çocuklarını anlatan filme gittim; o yoğun ötekileştirilmiş duygumdan az da olsa arınmak için.

'Köy Enstitüleri' ya da Türkiye'nin ilk ve tek özgün eğitim modeli anısına, babası köy enstitüsü mezunu olan Erkan Can'ın, üç yıldır uğraş verdiği hem oynadığı hem de yapımcıları arasında olduğu film,'Toprağın Çocukları'.
Sinematografik açıdan çok hatalar bulunabilir gerçekten, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz sinema dilinden, karton karakterlerinden, zaman zaman aşırıya kaçan didaktik tümce seçimlerinden ötürü. Yine de her şeye karşın bize köy enstitülerini anımsattığı için izlemeye değer. Nereden nereye geldiğimizi, ilerlemeden gerilemeye nasıl yuvarlandığımızı ve hele bugünkü modellerin nasıl dayatıldığını ve de geçtiğimiz hafta Ankara'daki büyük karşı gösteri dışında sosyal medyada yaydığımız yürek burkan karikatürler, fotolar ve söylemlerimizle birbirimizi avuttuğumuzu daha açık görebilirsiniz...

İlkokul yıllarımda en çalışkan ve en becerikli öğretmenlerin genellikle köy enstitülü olduklarını duyardım. Çünkü çevremizde bir çok mezununu tanır, öykülerini dinlerdik. Lisedeyken Fakir Baykurt'tan, Mehmet Başaran'a, Talip Apaydın'dan, Mahmut Makal'a, birçok yazarın anı ve romanlarını okudum, öğrencilik yıllarını temel alan.Ümit Kaftancıoğlu gibi bir aydının o kurumun ışığıyla aydınlandığını ve ışıktan ötürü katledildiğini öğrendim.Kemal Tahir'in 'Bozkırdaki Çekirdek' romanı unutulmazlarım arasına girdi farklı gözden anlatımıyla.

Yıllar geçti ve her değişen eğitim modelinde, böylesine etkili bir uygulama yaratan ülkenin, eğer köy enstitülerini geliştirmeyi sürdürseydi bugün ne denli farklı bir konumda olacağı düşüncesi kurcaladı durdu beynimi.

Bu düşüncemi fazla ulusalcı bulabilirsiniz belki. Ama unutmayalım ki tüm politikalarını desteklemesek de hemen hepimiz, çocuklarımızı Fransız, İngiliz ya da Amerikan eğitim şeklini uygulayan yabancı ya da Türk eğitim kurumlarına vermek için çırpınıyoruz. Adları üstünde;  tüm bu ülkeler kendi isimleriyle tanınıyorlar kendi eğitim yöntemlerinde. Peki ya biz?

İşte yalnızca bu yönden ele aldığımızda bile Hasan Ali Yücel gibi eğitim bakanlarını, İsmail Hakkı Tonguç gibi yürekli eğitim liderlerini nasıl özlediğimizi fark ediyoruz. Ve genç kuşaklara onları mutlaka tanıtmamız gerektiğini de...

Ve benim gibi filmi izlerken salonda yalnızca üç kişiyseniz ve diğer iki izleyen Genco Erkal ve Meral Çetinkaya gibi iki sanat çınarıysa,  bu ülkede korumanız gerekenlerin günden güne arttığının daha bir ayırdına varıyorsunuz...  Ve filmdeki en sahici karakterlerden Cevher'in dediği gibi: 'biz dünyaya bir kez geliriz, dünya da bize bir kez gelir'

     

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder