28 Şubat 2013 Perşembe

KAĞITTAN TURNALAR

Bugün Şubat'ın son gününün son dakikaları gördüğüm üç güzel sergiyi yazmak istiyorum.Ruhumu zenginleştiren sergileri.

Sevgili arkadaşım, can dostlarımdan Nurhan'la gezdik ilkini.Belki dikkatinizi çekmiştir, nice sergilere ev sahipliği yapan Yapı Kredi Bankası Kültür Merkezinin giriş katındaki büyük salonu artık Zara mağazası oldu. Neyse ki üst katı hala sanat dostu olmayı sürdürüyor. Ve 30 Ocak'tan beri 'Nazım 111 Yaşında- Alnımın Çizgilerindesin Memleketim' sergisi açık. Bugün son günüydü ve bir ay daha uzatıldığını öğrenince çok sevindik,turnalar bin taneye ulaşabilir diye.

Bilmece gibi oldu son tümcem, açıklayayım: Serginin girişinde tasarımcı Hacer Sayman'ın yapıtı bir dilek ağacı var; üzerinde rengarenk kağıttan turnalar asılı.Amaç bin turnaya ulaşıp, büyük ozan için memleketinde müze açabilmek.

Kağıttan bin turna yapanın hastalığından kurtulacağına dair bir efsane vardır. Ama asıl anlamını küçük Japon kızı Sadako'dan sonra kazanmıştır. Sadako, Hiroşima'da yaşayan küçük bir kızdı ilk atom bombası şehrine atıldığında. Ve on yıl daha yaşadı atom bombasının etkisiyle hastalandıktan sonra. Tam 644 tane kağıt turna yaptı iyileşmek için. Ve bitiremeden öldü bin turnayı. Arkadaşları onun için tamamladılar,birlikte gömdüler toprağına. ve bugün Hiroşima'da heykeli vardır.  Nazım Hikmet de Sadako ve diğer çocuklar için o güzelim 'Hiroşima- Kız Çocuğu' şiirini yazdı 1956'da. Biz de Zülfü Livaneli bestesi ve yorumuyla dinleriz yıllardır. Bir de Sevingül Bahadır çok iyi yorumlamıştır her sözcüğü yüreklere dokunan unutulmaz şiiri. 
Ve bugün kağıttan turnalar barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesidir. Belki de Nazım Müzesi'nin simgesi de olur bundan sonra.

Sergide hiç bilmediğimiz çok güzel fotoğraflar ve anekdotlar, Nazım'ın Vera'yla aşkını anlatan şiirleri, kartpostalları da var. 

Bir müzik sever olarak benim ilgimi Dimitri Shostakovich'le tanışması çekti. Nazım Hikmet Dünya Barış Konferansı'na katılmak üzere ilk kez İsveç'e gider. Orada kendine çok yardımcı olan üyelerden birine dönüşte teşekkür eder ve kartını alır.Kartın üzerinde bestecinin adını görür ve hem şaşırır hem de mahçup olur. 

Biz Defne ve Bora adına güler yüzlü güvenlik görevlisi Abdullah Bey'in de yardımıyla origami sanatının örneklerinden turnalarımızı yaptık ve ağaca diğer turnaların arasına iliştirdik. Umarım sizin de yolunuz düşer. Hem çocuk olursunuz hem de barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesini bir tane daha çoğaltırsınız.  

İkinci sergi Karşı Sanat'da bugün açılan Müfit İşler'in 'Bir Kubbe Yapmak' sergisiydi. Ben düşün ve resim olarak çok şey yaratan sanatçının  eserlerindeki figür yaratıcılığına ve renk seçimlerine hayran oldum.

Son olarak da Fransız Kültür Merkezi'nde  açılmış olan 'Sınırların Ötesinde' fotoğraf sergisini gezdim. Mathias Depardon'un yetenek bursuyla ödüllendirilen bu sergisi Avrupa limanlarındaki göçmenlerin acımasız dünyasına bir umut aşılıyor, yüzlerini bizlere görünür kılarken.

Lütfen bir olanak yaratın ve çirkinlikleri düşünmemek için gezin tüm sergileri ve belki de 1000. kağıt turnayı     siz yaparsınız.

27 Şubat 2013 Çarşamba

DÖNÜŞÜM VE DÖNÜŞEN BİZLER

Dönüşümün hızının etkisindeyim son haftalarda. Hani akıp giden suda sürüklenen kuru yapraklar gibi.Sürekli yazmak, içimi sözcüklere dökmek istiyorum, sonra, sonrası durgun suda kalmak, sürüklenmenin bile tükenişi...

Yabancılaşma yaşadığım ülkeye; en kısa tanımı bu tüm duygularımın. Kesinlikle haber programlarını izlemiyorum ama okumaktan alıkoyamıyorum kendimi. Ve okudukça, çağa tanık oldukça dönüştürülen bu güzel ülkeye kıyamıyorum. 

Biliyorum, çok zor dönemler geçirdik, çok üzüldük, yine de ulus olarak, devlet olarak bir duruşumuz vardı. Şu son yıllarda ne çok şey yitirdik. İnsanlarımızı, değerlerimizi ve ilkelerimizi nasıl kopardık köklerimizden.

İlk aklıma gelenleri yazarsam: Sağlık politikası adına devşirilen yasalar doktorlarımızı köleleştirirken,sosyal devletin ilk görevlerinden olan sağlık hizmetlerini yüzde elli yedi gibi bir oranda yükseltti. 

Eğitim yönüne gelince, çağdaş bilimin adının bile geçmediği yeni tasarılarda akıllı tahtalar ve tablet bilgisayar dağıtımıyla göz boyamanın alası yapıldı. Bazı illerde veli toplantıları camilerde yapılmaya, Cuma namazı saatlerinde izinler verilmeye başlandı.

Beşinci güç medya yazılısıyla, görseliyle tam anlamıyla beyin yıkama merkezlerine dönüştü ve güvenilmez oldu. Karşıt söylemde olan tüm programlar birer birer yayından kalktı. Başat haber barış süreci ve aktörleri artık nasıl olsa... 

Hukuk alanına gelince, baro üyeleri için davalar, farklı görüşteki avukatlar için tutuklamalar olağanlaşmaya başladı.

Ordu en üstünden astına binlerce subayının tutukluluğu, istifası ya da intihar haberleriyle gündemde artık.

Sanatın her dalını düşündüğümüzde her olumsuzluğa karşın üretmeye çalışanlara saygımız sonsuz. Susmaları için verilen gözdağı iç bulandırıcı.

Çevre, kültür ve tarih erozyonu hiç bir dönemde bu denli yaşanmamıştı.Anlamak ve algılamak vicdanı olan insan için imkansız.

İnanana ve inanmayana saygı mı dediniz? Ay, pardon ne diyorsunuz? Cumartesi annelerinin en yaşlısını kaybettik değil mi? Babalar çocuklarına Silivri'den doğum günü mektupları yazıyor, sergilerle kitaplarla dışardakilere mi ulaşmaya çalışıyorlarmış. Aman canım, nelerle yoruyorsunuz beyninizi. 
Açın televizyonu, uyuşun, oturun ve unutun...   

    

  

    

7 Şubat 2013 Perşembe

ORADA BİR KAPLAN KÖYÜ VE DAĞ RESTORANI VAR YAKINDA

Bugün  doğduğum, büyüdüğüm yerde olmayı istedim. Hani yine yürek yorgunu günlerden birindeydim. Sessizlik, dinginlik, dağ havası ve Tire'nin yeşilini istedim ta içten. Adı gibi anlayışlı olan Arife'yi aldım yanıma, çıktık yola.

Tire'ye iki farklı rotadan ulaşılır. Ben genelde giderken  Aydın otobanını, dönüşte de Torbalı- İzmir yolunu izlerim. Otobanda hızlı,diğerinde kuralcı sürücü olurum ve bir saatte ulaşırım Tire'ye.       




Her zamanki gibi varır varmaz anneciğime gittim. Biraz oturduktan sonra onu ve Nilgün'ü alıp Kaplan köyüne çevirdik rotamızı. Kaplan ya da eski adıyla Arpacılar geçmişte arpa ekimiyle ünlüyken günümüzün gurmelerinin, doğa severlerin ve fotoğraf tutkunlarının vazgeçilmez uğrak yeridir. Unutmadan eklemeli, dedelerimizin zamanında da piyanosu bile olan müzikli eğlence mekanıymış.

Yıllardır tüm arkadaşlarımızı ağırladığımız Kaplan'da, iki güzel lokanta vardır. Dağ ve Çam restoranları.Biz Dağ Restoran'daydık. Ortaokul arkadaşım Lütfü Çakır ve eşi Hürmüz Çakır'ın yirmi yıllık geçmişe sahip, kendimizi evimizdeymiş gibi hissedip, lezzetli yemeklerini yediğimiz yerde.

Onların öyküsünü anlatmadan köyden söz edeyim biraz. Kaplan her mevsimde ayrı güzeldir. Girişte tipik taş köy evleri karşılar sizi. Biraz ilerlediğinizdeyse tüm Tire ovasının manzarasına bakan yeni modern yapılar görürsünüz. Bazıları köyün dokusuyla ve doğayla tam bir uyumu yakalamıştır, bazıları ise modern betonlaşmanın izlerini taşımaktadır. Ama her yer ağaçlıktır. Hele kestane ağaçları, koca çınarlar canınıza can katar. Ve köy yolunun sonunda ünlü Kaplan Baba'nın ve arkadaşının o basit kabirleri etki altına alır sizi hemen yakınından akan suyuyla birlikte. Nazlı serviler, sarmaşıklarla sarılmış asırlık ağaçların kenarından yürür, zeytinlikleri görürsünüz.         

Eşeklerine odunlarını ya da ürünlerini yüklemiş köylüler ya da sırtlarına çalı çırpı bağlamış her yaştan köy kadınlarına rastlarsınız. Hani ezgi yapmak kolay olsa ne pastoral senfoniler yazılır burada diye düşünürsünüz.

Hava yağmurlu olduğu için köy sessizdi bu gidişimizde. Güneş arada bir yüzünü gösterse de yağmur damlaları dallara asılı kalıyordu çoğunlukla.Bulutları, yağmuru ve yemyeşil ovayı seyretmek nasıl huzur vericiydi, betimlemek zor biraz. Kalabalığın ve gürültünün karmaşasından uzakta, dinginlik çöktü üzerimize.

Ve işte Dağ Restoran'ın ahşap masalarından birini seçip tahta sandalyelerimizde oturduk sonunda. Geniş ahşap çerçeveli pencerelerden Tire'yi seyrediyoruz. Sakin ve güler yüzlü elemanlar servis yapıyorlar. 

Hürmüz ve Lütfü Çakır'ın yoğun emekleriyle var ettikleri bu lokantada anılar o denli çok ki. Canım babacığımla yediğimiz aile yemekleri, dost sofraları...

Ama ben buraya her gelişimde, yoğunlukla sevgili resim öğretmenim, akrabam, bana resmi sevmeyi öğreten,kendini Tire sevgisinde saklı tutan Seha Gidel'i anımsıyorum. Çünkü o tam bir Kaplan aşığıydı uzun yıllardan beri. Artık sağlığı elvermese de Kaplan sevdalısı olarak yıllarca tırmandı, yürüdü bu tepelere. Zaten Lütfü Çakır da restoranının öyküsünü anlatırken, değerli öğretmeniyle meslektaş olduğu yıllarda yaptıkları yürüyüşlerde düşünün peşine takıldığını açıklar. Fen bilgisi öğretmeni olarak çizdiği yolunu yine Tire'nin ünlü pastacılarından Ahmet Görgülü ile kesiştirir bir gün. Ah, işte şimdi de Görgülü Usta'yı anmaya geldi sıra. Tire'den İstanbul'a gidip karadutlu lokumun tadını uluslararası üne ulaştıran  Ahmet Bey. Bugün bile İstanbul'da evime yakın, hala adını taşıyan pastanede karadutlu muhallebisini tatmak ne güzeldir, ya da lokumlarından armağan götürmek. Ahmet Görgülü yaşlanıp yorulduğunda İstanbul'dan Tire'ye dönmüş ve hala anımsanan pastanesini açmıştı.         

Oradan çıktıkları yolda, öngörüleri ve emekleriyle köy kahvesini kiralamış Hürmüz ve Lütfü çifti. Elele verip, yüz akıyla tutkularının peşinden gitmişler ve bugüne ulaşmışlar.Artık büyük  oğulları Serkan'la birlikte işletiyorlar.Günümüzün internet erişiminde 'Kaplan Dağ Restoran' aramasında çok fazla bilgiye ulaşmak olası.

Menülerinin doğallığı ve seçimleri öylesine başarılı ki yemek sonunda tüm konuklarının ''İyi ki gelmişiz'' dediğine kendim ve yakınlarım dostlarımın sözcükleriyle tanığım. Özlem'ciğimin kulakları çınlasın Samsun pidelerini bile unutur burada yediklerinden sonra.Güzelim köy ekmeği eşliğinde, halis köy zeytinyağı,arapsaçından, şevketi bostana, patlıcanlı kayganadan kuzu etli taze sarımsağa    ne ararsanız bulursunuz. Ya salatalar; ısırganlı,lorlu okmalar, tazecik dağ kekikli, kuzu kulaklı salatası, yedi otlu kavurma, üstünde süzme yoğurtla. Ve sonra keşkek, soğanlı  ya da kaşarlı köfte, Tire köfte. Hayır, bitmedi, sırada Tire'den tüm ülkeye yayılan karadutlu lor, Hürmüz Hanım'ın cevizli krokanı, kabak tatlısı.

Kahve ya da taze demlenmiş çayınızı içerken tümüyle otantik ve doğal malzemelerle donatılmış restoranı inceleyebilirsiniz artık, tatlı bir rehavet içinde. İki büyük odun sobası çocukluğunuza götürür sizi. Bal kabakları, kurutulmuş otlar ahşap çatının altında asılıdır. Kütüklerin hazır olduğu ocağımsı şöminenin yanındaki duvarlarda Tire'ye özgü Beledi dokuması örnekleri, eski fotoğraflar, Seha Bey'in   tablosu, iğne oyası para kesesi, eski bir sandık ilk gözünüze ilişenlerdir.

Çağımızın karmaşık ve karanlık dünyasından ne kadar uzaktasınızdır o anda.
Bahçeye ilişir gözünüz. Ağaçların dallarının doğal  bir şekilde olüşturduğu  kameriyenin altında oturmak ayrı bir zevktir mevsim uygunsa. Ya da benim gibi yağmurlu bir günde gittiyseniz dallardaki yağmur damlalarını izlersiniz.

Sağolun, Çakırlar, tüm aileniz, çalışanlarınız emeğiniz ve sevginizle var ettiğiniz sofranızda aldığımız tat,gönlümüze kazandırdığınız ferahlık kuşaklar boyu sürsün. Bizler de tüm ailemiz,dostlarımız ve anılarımızla hep konuğunuz olalım.      
    






Son söz: Hafta sonları yer ayırtmadan gitmeyin lütfen. Pazartesileri kapalılar.
Cep telefonları: 0542 236 05 55 
                            0505 745 73 72