Tire'ye iki farklı rotadan ulaşılır. Ben genelde giderken Aydın otobanını, dönüşte de Torbalı- İzmir yolunu izlerim. Otobanda hızlı,diğerinde kuralcı sürücü olurum ve bir saatte ulaşırım Tire'ye.
Her zamanki gibi varır varmaz anneciğime gittim. Biraz oturduktan sonra onu ve Nilgün'ü alıp Kaplan köyüne çevirdik rotamızı. Kaplan ya da eski adıyla Arpacılar geçmişte arpa ekimiyle ünlüyken günümüzün gurmelerinin, doğa severlerin ve fotoğraf tutkunlarının vazgeçilmez uğrak yeridir. Unutmadan eklemeli, dedelerimizin zamanında da piyanosu bile olan müzikli eğlence mekanıymış.
Yıllardır tüm arkadaşlarımızı ağırladığımız Kaplan'da, iki güzel lokanta vardır. Dağ ve Çam restoranları.Biz Dağ Restoran'daydık. Ortaokul arkadaşım Lütfü Çakır ve eşi Hürmüz Çakır'ın yirmi yıllık geçmişe sahip, kendimizi evimizdeymiş gibi hissedip, lezzetli yemeklerini yediğimiz yerde.
Onların öyküsünü anlatmadan köyden söz edeyim biraz. Kaplan her mevsimde ayrı güzeldir. Girişte tipik taş köy evleri karşılar sizi. Biraz ilerlediğinizdeyse tüm Tire ovasının manzarasına bakan yeni modern yapılar görürsünüz. Bazıları köyün dokusuyla ve doğayla tam bir uyumu yakalamıştır, bazıları ise modern betonlaşmanın izlerini taşımaktadır. Ama her yer ağaçlıktır. Hele kestane ağaçları, koca çınarlar canınıza can katar. Ve köy yolunun sonunda ünlü Kaplan Baba'nın ve arkadaşının o basit kabirleri etki altına alır sizi hemen yakınından akan suyuyla birlikte. Nazlı serviler, sarmaşıklarla sarılmış asırlık ağaçların kenarından yürür, zeytinlikleri görürsünüz.
Eşeklerine odunlarını ya da ürünlerini yüklemiş köylüler ya da sırtlarına çalı çırpı bağlamış her yaştan köy kadınlarına rastlarsınız. Hani ezgi yapmak kolay olsa ne pastoral senfoniler yazılır burada diye düşünürsünüz.
Hava yağmurlu olduğu için köy sessizdi bu gidişimizde. Güneş arada bir yüzünü gösterse de yağmur damlaları dallara asılı kalıyordu çoğunlukla.Bulutları, yağmuru ve yemyeşil ovayı seyretmek nasıl huzur vericiydi, betimlemek zor biraz. Kalabalığın ve gürültünün karmaşasından uzakta, dinginlik çöktü üzerimize.
Ve işte Dağ Restoran'ın ahşap masalarından birini seçip tahta sandalyelerimizde oturduk sonunda. Geniş ahşap çerçeveli pencerelerden Tire'yi seyrediyoruz. Sakin ve güler yüzlü elemanlar servis yapıyorlar.
Ama ben buraya her gelişimde, yoğunlukla sevgili resim öğretmenim, akrabam, bana resmi sevmeyi öğreten,kendini Tire sevgisinde saklı tutan Seha Gidel'i anımsıyorum. Çünkü o tam bir Kaplan aşığıydı uzun yıllardan beri. Artık sağlığı elvermese de Kaplan sevdalısı olarak yıllarca tırmandı, yürüdü bu tepelere. Zaten Lütfü Çakır da restoranının öyküsünü anlatırken, değerli öğretmeniyle meslektaş olduğu yıllarda yaptıkları yürüyüşlerde düşünün peşine takıldığını açıklar. Fen bilgisi öğretmeni olarak çizdiği yolunu yine Tire'nin ünlü pastacılarından Ahmet Görgülü ile kesiştirir bir gün. Ah, işte şimdi de Görgülü Usta'yı anmaya geldi sıra. Tire'den İstanbul'a gidip karadutlu lokumun tadını uluslararası üne ulaştıran Ahmet Bey. Bugün bile İstanbul'da evime yakın, hala adını taşıyan pastanede karadutlu muhallebisini tatmak ne güzeldir, ya da lokumlarından armağan götürmek. Ahmet Görgülü yaşlanıp yorulduğunda İstanbul'dan Tire'ye dönmüş ve hala anımsanan pastanesini açmıştı.
Menülerinin doğallığı ve seçimleri öylesine başarılı ki yemek sonunda tüm konuklarının ''İyi ki gelmişiz'' dediğine kendim ve yakınlarım dostlarımın sözcükleriyle tanığım. Özlem'ciğimin kulakları çınlasın Samsun pidelerini bile unutur burada yediklerinden sonra.Güzelim köy ekmeği eşliğinde, halis köy zeytinyağı,arapsaçından, şevketi bostana, patlıcanlı kayganadan kuzu etli taze sarımsağa ne ararsanız bulursunuz. Ya salatalar; ısırganlı,lorlu okmalar, tazecik dağ kekikli, kuzu kulaklı salatası, yedi otlu kavurma, üstünde süzme yoğurtla. Ve sonra keşkek, soğanlı ya da kaşarlı köfte, Tire köfte. Hayır, bitmedi, sırada Tire'den tüm ülkeye yayılan karadutlu lor, Hürmüz Hanım'ın cevizli krokanı, kabak tatlısı.
Kahve ya da taze demlenmiş çayınızı içerken tümüyle otantik ve doğal malzemelerle donatılmış restoranı inceleyebilirsiniz artık, tatlı bir rehavet içinde. İki büyük odun sobası çocukluğunuza götürür sizi. Bal kabakları, kurutulmuş otlar ahşap çatının altında asılıdır. Kütüklerin hazır olduğu ocağımsı şöminenin yanındaki duvarlarda Tire'ye özgü Beledi dokuması örnekleri, eski fotoğraflar, Seha Bey'in tablosu, iğne oyası para kesesi, eski bir sandık ilk gözünüze ilişenlerdir.
Bahçeye ilişir gözünüz. Ağaçların dallarının doğal bir şekilde olüşturduğu kameriyenin altında oturmak ayrı bir zevktir mevsim uygunsa. Ya da benim gibi yağmurlu bir günde gittiyseniz dallardaki yağmur damlalarını izlersiniz.
Son söz: Hafta sonları yer ayırtmadan gitmeyin lütfen. Pazartesileri kapalılar.
Cep telefonları: 0542 236 05 55
0505 745 73 72
Hele tam bu puslu havada orada olmalı...
YanıtlaSilBu güzel yazıdan sonra insanın hemen gidesi geliyor. bu arada buda benim bloğum http://demodeyiz.blogspot.com/ beklerim
YanıtlaSil