Yıllar önce not defterimin ilk yaprağına yazdığım bir söz vardı,''Kültür,her şey unutulduktan sonra akılda kalandır''. Çok etkilendiğim ve her geçen gün değerini daha iyi anladığım ama ne yazık ki o eski not defterimi bulamadığım için söyleyenini unuttuğum tümce.Çünkü kültür sözlük anlamıyla 'bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür' ya da 'bir toplumun yaşayış ve düşünüş şeklidir'. Kültür bir toplumun kimliğini oluşturup, diğer toplumlardan farkını sağlıyorsa, bizden sonraki kuşaklar 21. yüzyılın ilk on-on beş yılındaki kültürümüzü nasıl değerlendirecekler acaba?
Son yıllarda kültürümüze yerleşen beton ormanları, karartılan kitlesel medya iletişimi, sansürlenen sanat ve tüm bunlara karşın inadına yaşayan bir topluluk olarak gitgide küçüldüğümüzü duyumsuyorum. Betonlaşmanın gözlerimizi bozan,içimizi karartan etkilerini yazmak istiyorum bugün öncelikle.
Emek Sineması da iskelelerle çevrilmiş, yıkım başlamış. Her zamanki gerekçe hazır; yenileme. Hemen yandaki Demirören yapısında görüyoruz yenilenmenin anlamını.Ya da Mis Sokakta yeniden açılan İnci pastanesine bir gidin, o eski vitrinlerini anımsayın yeni yerindekilerle karşılaştırın, aradaki farkı görürüsünüz. Çalışanlarının dediği gibi, 'Bir gece geldiler ve her şeyi parçaladılar'. Belki küçük sorunlar gibi gelebilir önemsediklerim. Eğer bu yıkılanlar kültürümüze yerleşmiş öğelerse, değerlerini yadsıyamazsınız. ufağıyla, büyüğüyle müthiş bir talan yaşıyoruz hep birlikte.
Mimarlık tarihinin seçkin bilim insanlarından Afife Batur'la bir kaç kez İstanbul turlarına katılmıştım. Afife Hanım'ın dediği gibi, '' Restorasyon adı altında surların yenilenmesini gördükçe içim sızlıyor. onların da eskimesini beklemekten başka yapacak bir şey yok''. İroninin güzelliği böylesi tümcelerde gizli değil mi?
Geçen gün yeni Unkapanı Köprüsü'nü gördüm. Süleymaniye'nin zarif siluetini nasıl bozmuş anlatamam. Büyük ozan, dil ustası Can Yücel'in sağ olup da o zekice sözcükleriyle küfretmesini ne çok özlüyorum bu aralar.
Topkapı Sarayı'ndan çıkıp karşıya bakın, gökkazıyanların, güzelim Sultan Ahmet Camiinin minarelerinin arasından fışkırdığına tanık olun.
Yalnızca bir İstanbul sever olarak yazıyorum bunları ve tüm sözünü ettiklerim tarihin en anıtsal belgeleri. Güncelliğini koruyan Vatikan seçimlerinden aklıma İstanbul gibi kadim şehir Roma geliyor. Yıllardır tarihi Roma sınırlarına hiç bir motorlu araç giremiyor. Öylesine değer veriyorlar. Hele bizdeki gibi bir iki yüzyıllık mimari yapıları yıkıp yeniden yapmaya yeltenseniz Avrupa şehirlerinin hemen tümü kimliksiz kalır.
İstanbul'u üçe katlamaya hazır bir çok proje türetirken neden bu denli karmaşık bir yapılaşmada ayak direrler? Niçin çok sevdikleri o yüksek yapıları belli bölgelerde toplamazlar? İnci gibi işlenmiş eserleri niye yetkin koruma altına almazlar? Bilimsel olarak çok rahatlıkla yanıtlanacak bu soruları,mimarlık diplomasına sahip belediye başkanları algılamak istemiyorsa, bizler ne denli karşı olsak da durduramıyoruz.
Ve en kötüsü de meslek odaları artık denetim dışı bırakılıyor. Bu arada İstanbul en yoğun anıt yapıta, nüfusa ve ekonomik yatırıma konu olduğu için, hep göz önünde olduğu için aklımda, gönlümde. Ya, Anadolu'nun güzel yerleşimleri nasıl değişiyor; farkında mıyız? Her yer aynı tip rengarenk boyanmış çok katlı yapılar ve yolları tıkayan araçlarla dolu. AVMler çöplüğü ve taklitçi cafe zincirlerinden içim bulanmaya başladı her gittiğim yerde.
Doğaldır ki, bu genellemeden uzak tutabileceğimiz bir kaç kentimiz var yalınlığın güzelliğine inanan. Ve hala özgünlüğünü koruyan bir kaç köşe de bulabilirsiniz her yaşanan yerde eğer biraz araştırırsanız ve yüreğiniz aydınlanır umut çiçekleriyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder