1 Temmuz 2013 Pazartesi

YÜREĞİ YORGUN GÖNLÜ ENGİN RAUF DEDEM

İki maviş dedemden birini yazdım, ama ikincisini hep daha çok bilgi edineyim diye bugüne dek benimle taşıdım fikrimin bir köşesinde.

Çocukluğun en güzel anılarındandır dede evinde yaşananlar. Anneanne ve dedemin ilk torunu olarak çok düşkündük birbirimize. Hele dedemin salondaki kare masasının başında oturup gazete okumasını ve benim de o masanın altında kurduğum oyun dünyamda nasıl bir mutluluk ve güvenle oynadığımı unutamam. Eh, ne de olsa evde artık minik bir kardeş varken orada hala bir numara olmanın tadı vardı.

Dedemi henüz yedi yaşındayken yitirdim. Ama onun o güzel bakışları ve bana olan sevgisi hep canlı kaldı. Hep ağırbaşlı ve sakin anımsadığım Rauf dedemin ne denli hareketli bir yaşamı olduğunu öğrendiğimde de, öyküsünü yazmak bir sevgi borcu oldu.

Karaferye yakınlarındaki Ulumara Çiftliğinde doğar Rauf Dedem. Soyağacında büyük dede Hayruş Bey ve Melek Hanım, dede Mahmut Bey ve Rukiye Hanım, baba Şevket Bey ve annemin güzelliğini ve iyiliğini anımsadığı Libabe Hanım vardır. Dedem dört kardeşin en küçüğüdür ve Cevdet Ağabeyi, Fatma ve Rukiye Ablalarından farklıdır her zaman. Sürekli maddi konuların ön planda olmasından sıkılır. Belki de o yüzden daha henüz on yedi yaşındayken gönüllü katılır 1. Dünya Savaşı'na. Ve esir düşer Bağdat'da. 

Savaş biter. Dönmek istediğinde sınırlar kapatılmıştır. Ve aslında esaretle geçen zamanda büyük bir aşk öyküsü yaşanmıştır. Çünkü şehrin sevilen ailelerinden birinin kızıyla evlenmiş ve bir oğlu olmuştur. Mutludur, varlıklıdır ancak vatan hasreti çekmektedir. Tam yedi yıl sonra sınırlar açıldığında, çok sevdiği eşine yalvarır birlikte dönmeleri için. Ne yazık ki eşi de kopamaz doğduğu diyardan.

Dedem, tek başına döner Karaferye'ye. Eve ulaştığında ruhuna mevlit okutulmaktadır. Yedi yıl boyunca dönüşünü bekledikleri oğullarının dönmemesi, sınırlar açılmasına karşın kapıyı çalmaması son umutları da tüketmiştir. Ve mevlit bir mucize gibi dedemin gelişiyle şölene dönüşür,çekilen acılar büyük bir sevince. 

Aradan geçen aylarda, dedemin eşine ve çocuğuna çektiği hasreti gören aile büyükleri onu İsmet Hanım'la evlendirirler. İsmet Hanım, yalnızca kardeşiyle kalmıştır yaşamda. Anne ve babasını erken yaşta kaybetmiştir. Dedem yeniden mutluluğu yakalamıştır. Vatan toprağındaki son bir kaç yıl böyle geçerken 'mübadele' kararı çıkar. Zorlu bir gemi yolculuğundan sonra ki gemide doğan amca kızına 'Hicriye' adı verilir, göç sırasında doğduğu için,tüm aile İstanbul'a iskan edilirler önce, Bakırköy Sakızağacı'ndaki evlerine. Ablalar orada kalırken Cevdet Ağabeyleri Giresun'un methedildiğini duyar ve oraya gider. Güzel bir taş konak alır ve ailesiyle birlikte oraya yerleşir.

Özgürlüğüne düşkün dedem, ablalarıyla yaşamaktansa, akrabalarından ismini duyduğu Tire'ye gider eşi ve kayın biraderiyle.  Mübadillerin yerleştirilme süreci çok sancılı geçmekte, bırakılanların karşılığı alınamamaktadır. O yüzden dedem de önce 'Domuzlu Bahçe' diye bilinen toprağın işlemesini alır üstüne. Bir süre geçtikten sonra Tirelilerin yıllarca lezzetini unutmadıkları meyve ve sebzelerin yetiştirildiği elli dönümlük bahçe verilir kendine. Tam rahatladıkları anda İsmet Hanım'ın biricik kardeşi vereme tutulur ve ona bakan İsmet Hanım'a da geçer o dönemin çaresiz hastalığı. iki kardeş ardı ardına ayrılırlar dünyadan.

Dedem için yine yas vardır. Kendini biraz toparlamak için Giresun'a, ağabeyinin yanına gider. Cevdet Bey oğlunu evlendirmek için kız aramaktadır. Benim menekşe gözlü anneannem yatmaktadır gönüllerinde. Yaşam yine bildiğini okur ve dedemle anneannem yolda karşılaşırlar. Dedem bir anda vurulur gencecik Fatma Hanım'a. 

Anneannem henüz 19 yaşındadır. bir türlü beğendirememişlerdir gelen talipleri. Ne olduysa, o da kendinden tam on yedi yaş büyük dedeme 'evet' der istemeye geldiklerinde. Ve anneannemin özenle hazırlanmış çeyizi, zarif porselenleri sandıklarla gemiye yüklenir. Gemi yolculuğunda dedem anneanneme müthiş sözler verir. ''Tire'de oturacak, İzmir'de yaşayacak, İstanbul'da gezeceksin.'' diyerek. Ama gemiden indirilirken çeyiz sandıkları adeta yere atılır ve tüm porselenler kırılır. Anneanneme göre şanssızlığı orada başlar. Tire'de ilk yıllar Kurtuluş Mahallesi'ndeki evde geçer. Sırayla annem, teyzem ve dayım dünyaya gelir. Güzelliği Tire'de ünlenen anneannem 2. Dünya Savaşının zor yıllarında üç çocuk annesidir artık. Dedem bahçede kuleli bir ev yaptırır ve oraya taşınırlar. 

Giresun'lu bey kızı anneannem bahçede çalışan amelelerin 'hanım yengesi' olmuştur. Çocuklarını büyütmeye çalışırken, dedem Mesnevi okur, derinleşir kendi içinde günden güne. Anneannem dedem yokken yastığının altında silahla yatar kuleli evdeki ıssız gecelerde. Daha sonra yeni yaptırdıkları ulu çınar ağacının gölgesindeki modern eve geçerler. Altında fırın ve büyük bir kahvehane vardır. Bir de Tire'ye Sefaradlardan geldiği söylenen karambol oyununa ayrılmış alan.
Günümüzde bile 'Rauf Bey'in Kahvesi' diye bilinir o kahvehane.

Şuşut soyadını almıştır aile. Şuşut Farsça'da 'bilgili' anlamına gelirmiş. Dedeme çok yakışırdı soyadı aynen 'yücelten, esirgeyen' anlamına gelen ismi gibi.

Annemi çok sevdiği ve güvendiği akraba oğluyla evlendiren dedemin önsezisi ne yazık ki gerçekleşir. Onca ayrılık ve göçle yorulur yüreği. Bir Kasım sabahı, filesi dolu döner çarşıdan. Alt kattaki kahvedekilere, 'Kahvemi yapın, geliyorum.' der ve anneannemin begonyalarının karşıladığı basamakları çıkıp yatağına atar kendini ve bir anda uçup gider son nefesi. Mutfaktaki anneannem kapının açıldığını duyup gelene dek sonsuz yolculuğuna çıkmıştır benim maviş, güngörmüş, ağırbaşlı, sevgisi, öfkesi bakışlarında gizli dedem.

Bir mübadil yaşam böylece daha 64 yaşında solmuş, Tire'de sevgili annesinin kabriyle yan yana sonsuz uykusuna dalmıştır.       
         
  
    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder