19 Ağustos 2013 Pazartesi

YALNIZLIK MI YAŞLILIK MI YOKSA HEP UMUDA YOLCULUK MU?

Son günlerde gördüğüm bir fotoğraf karesi öylesine etkiledi ki beni yazmalıyım dedim kendimce.Aslında tümüyle rastlantısal bir şekilde karşıma çıktı.Ve yalnızlıkla yaşlılığın insanı nasıl kasıp kavurduğunu bir kez daha anımsattı.

Annemle birlikte Çeşme'de yaşayan ailenin en yaşlı üyelerinden yengemizi ziyarete gittik bayramın son günü. Yengemiz çağımızın en şanslı yaşlılarından. Çünkü üç çocuğuyla aynı apartmanda oturuyor hem yazlık hem de kışlık evinde. Hepsi aileleriyle birlikte onunla sürekli ilgili. O da bunu çok doğal olarak kabullendiği için gayet güçlü her yönden.

Bir gün önce halalarının eşini toprağa vermişler İzmir'de ve evine gitmişler son görevlerini yaptıktan sonra.Enişte eşini dört yıl önce yitirmiş ve huzur evine yerleşmişti. Ancak son zamanlarında oradan sıkılıp evine, sığınağına geri dönmüş.Ve kimseyi görmek istemez olmuş.

Aslında bir romana konu olabilecek denli bir aşkla sevmişti eşini. Eşi onu öylesine sevdi mi yoksa ilk aşkını unutamadı mı hep anlatılan bir aile öyküsüdür aramızda.Her neyse, tüm aşk öykülerinde olduğu gibi işte, herkes kendi yarattığı aşkı yaşar ya, onlar da uzun yılları paylaşmışlar kendi dünyalarında...

Çocukluk anılarımın unutamadığım o eski izmir evlerinden birinde otururlardı. Hani o eski işlemeli kapılarından girersiniz salona, mutlaka içinde çeyiz porselen ve camların saklandığı vitrinli büfe karşılar sizi. Ve koltuklar mutlaka koyu renk, çoğunlukla bordo kadife, el oyması büfenin takımı masa ve sandalyeler koltuklara eşlik eder. Eğer dar cepheli bir evse, genellikle  körfez manzarası genişletir o darlığı.İşte öyle bir evdi.

Nerdeyse yarım yüzyıl sonra o evden kalan eşya ailenin en genç kuşağından sinema sevdalısı sevgili yeğenlerden birini kamerasında belgelenmiş serildi gözlerimize. Evet, mobilyalar, tüm anı eşya o eski İzmir evinden sonra taşınılan beton kafes dairede esirgenmişti. Yalnızlık ise eniştenin yatağındaki eski plastik bebekte, üstü özenle örtülüp, uykuya yatırılan gözleri hep açık duran plastik bebeğin sabit bakışlarına gizlenmişti.

Yaşlı ve yapayalnız görünen,sesiz bir adam tüm anıları eşinin ölümünden sonra hiç değiştirmediği, aynen koruduğu evinin duvarlarının arasında saklarken, sanki tüm düşlerini örtmüştü bebeğe  ve sisli  anılarıyla almıştı kalan son nefeslerini. 

Ben o fotoğrafı yalnızca belleğimin bir köşeciğine kaydettim. Biliyordum ki herkes kendi seçimini yapar bir anlamda. Bir yenge ve bir enişte yaşamın paradoksal iki yüzüydü, aynı anda karşıma çıkan.

Belleğimde sakladığım öylesine farklı fotoğraflar var ki onların yaşlılık yılları hep gülümsetiyor beni mücadeleci ruhlarıyla ve yaşama hep umutlu ve coşkulu bakan gözleriyle.Muazzez İlmiye çığ, Hayrettin Karaca, Haldun Boysan, Betül Dormen gibi yaşayan ve yıllananlar da var. Hep üretmeyi sürdüren, takvim yaşlarını değil, gönül yaşlarını yaşayan ve yalnızlığını canı çektiğinde yaşamayı seçen.

Bu yazıysa bir fotoğrafın bazen bir yaşamı nasıl etkili   yansıttığına inandığım için yazıldı ve yaşamımızdaki yalnızlığı  da seçseler tüm yaşlılara olan saygımdan.



  

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder