Dün bir mektup okudum, naif, umutlu, sevgi dolu. El yazısı anneanneminkine ne çok benziyordu. Birinci kuşak mübadillerimizden sayın Vedia Elgün'ün Lozan Mübadilleri Vakfı'na yazdığı ve vakfın geleneksel yemeğine katılacağını bildiren mektubuydu beni derinden etkileyen.
Vedia Hanım gibi pek çok mübadilin özlemle beklediği Mübadele'nin yıldönümü yemeği dostluk ve ortak yaşanmışlıkların bir araya getirdiği bizlerin sanki büyük ailesiyle bir araya gelmişcesine katıldığı bir etkinliktir ki bu yıl on beşinci kez düzenleniyor ve nice yıllarda sürmesini diliyorum yürekten.
Büyük aileyiz biz gerçekten. Sahiciyiz çünkü. Bu aileyi bir arada tutan, en çok emeği geçen Sefer Bey'e kocaman teşekkürlerimi sunuyorum öncelikle. Çünkü her an Vakıf ofisinde ya da Vakıf için katılması gereken bir etkinlikte.
Başlangıçta bir araya gelip bugünlere taşıyan tüm üyelere, tüm dostlara nasıl sunmalı şükranları. Bir oluşumun kuruluşuna emek vermek gerçekten zordur. Gönüllülük herkesin harcı değildir. Bugün LMV'nin birbirinden değerli yayınlarının pek çoğunda ben Sefer Güvenç adının yanında Çimen Turan ve Müfide Pekin'in isimlerini görüyorum. Ne yoğun çalışmışlar ve üretmişler. Sonra Esat Ergelen, derneğimizin başkanı olarak yazdıklarıyla, katıldığı paneller ve programlarda bilgilendirici konumda her zaman. Sula Aslanoğlu ve Tanaş Cimbis her zaman ve her gezide yanımızdalar güler yüzleriyle.
Koromuzu da ekleyelim emek verenlere. Düzenli çalışmaları ve farklı şehirlerde verdikleri dinletilerle anıları müzikle canlı tutuyorlar.
Aslında LMV'nin babası konumunda Ümit İşler var. Sevgili başkanımız, güler yüzüyle ve sakin duruşuyla en mükemmel şekilde yapıyor görevini.
Benim için kurucu üyelerden Şule Kılıç ayrı bir yerde sevgili kardeşi Lale'yle birlikte. Dostlukla kucaklıyorum ikisini de.
Vakfa emek veren tüm bu dostları gezilerimizde tanıdım. Seyahatler insanların birbirini tanıması için önemlidir denir ya, yemeklerimiz, fotoğraf çekme telaşımız, şarkılarımız, türkülerimiz, kilometreler arttıkça pekişen dostlukları getirdi bize.
Mübadelenin yıl dönümünü anma yemekleri bu yüzden çok değerlidir. Tüm mübadil dostlar, ya da farklıbir deyişle büyük ailenin üyeleri bir araya gelmeye çalışır ve herkes birbirine sevgi ve saygılarını sunar. Lütfü Amcamız gelince hele, her dakika daha bir anlam kazanır.
Mübadeleyi anma etkinliklerinin en anlamlısı denize bırakılan çiçeklerdir, göç yolunda yaşamlarını yitirenlerin anısına. Yalnızca Lozan Mübadelesi değil tüm zorunlu göç kurbanları hatırlanır, sudaki çiçeklere bakarken.
Tuzla Tahaffuzhanesi, o yıllarda binlerce kişinin ilk ayak bastığı yer olarak canlandırır çekilen acıları. Ne yazık ki Urla Tahaffuzhanesi hiç bir 30 Ocak'da açmıyor kapılarını.
Bu yıl tüm mübadil dernekleri anma programlarını belirleyip bildirdiler. Konserden mevlite uzanan çeşitlilikte ve Nevşehir'den, Samsun'a farklı şehirlerde.
Birinci kuşak acılarını hep yüreklerinde gizledi, ikinci ve üçüncü kuşaklar merak edip araştırdı ve araştırıyor iyi ki.
Ben bugün Halet Çambel için Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde Sinan Kılıç'ın yazdığı bir yazıyı okudum. Halet Çambel , 'Bilimsel Araştırma Yöntemleri' dersi verirken, ilk sorduğu sorulardan biri ''Dedelerinizden kaçının adını biliyorsunuz?'' olurmuş. Eğer kendi ailenizin geçmişini merak etmiyorsanız, burada öğreneceğiniz başkalarının geçmişini hiç merak etmezsiniz.
Ve aynı yazıda Atatürk'ümüzün ölümünden az önce söylediği ve Ateşoğulları'nın Arkeoloji Söyleşileri I kitabında yer alan şu sözleri de yolumuza ışık tutacak nitelikte.''Herhangi bir kimsenin yaşadıkça kıvançlı ve mutlu olması için gereken şey kendisi için değil, hayatta kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır.Hayatta tam zevk ve mutluluk ancak gelecek kuşakların onuru, varlığı ve mutluluğu için çalışmakta bulunur.''
Gelecek kuşaklara yaşananları nesnel ve bilimsel şekilde aktarabilmek için çalışan herkese içten merhaba, vakfımıza ve derneğimize de nice yıllar ve buluşmalar dileğiyle...
31 Ocak 2014 Cuma
21 Ocak 2014 Salı
TOPLUM KÖKENLİ PNÖMONİ
Sevgili blogumla aramıza toplum kökenli pnömoni girdi bu kez. Eh, benim gibi ilk şiirini sekiz yaşında 'Kıbrıs'taki Kardeşleri' için yazan birine toplum kökenli pnömoni uygun düşerdi, o da oldu.
Aslında, hastalığımı, 'son noktayı 17 Aralık'ın koyduğu pnömoni' diye adlandırıyorum. Bu memleketi seviyorsanız, bu toprakların kadim kültüründen yola çıkarak insan olmak çok önemli, doğanın tüm varlıkları ve dengesi çok değerli diyorsanız işiniz zor.
Okumak, dinlemek ve anlamlandırmak uzun soluklu bir uğraş. Sizi soluksuz bırakan bir enfeksiyonla uğraşırken özellikle ilk kırk sekiz saat sürekli bir ateş ve uyku halindeyseniz; inanın gördüğünüz kabuslarda bile hep ülkenin kaderini çizenler ve yakın çevrenizdekilerin sorunları harmanlanmış durumda.
Sonra günler geçiyor, dinlenme durumuna geçiyorsunuz, 'Aykırı Sorular' ve İoanna Kuçuradi konuk. Bilgeliğin aydınlattığı yüzü ve sözcükleri bir araya gelince, sonsuzluğa kavuşan Halet Çambel'e duyduğunuz elem biraz olsun hafifliyor. Çünkü bu toprağın kadınları her koşulda güçlüdür ve yaratıcıdır diyorsunuz.
Pedofili evlilikler, kadın cinayetleri artıyor bir yandan. Hele o yorumlar ve erkek bakış açısının resmi temsilcileri içinizi bulandırıyor. Yine de bir gün değişecek, eğitim yeniden yapılanacak umudunu sürdürüyorsunuz.
Fatih Hilmioğlu'nu düşünüyorsunuz, çağdaş bir üniversite yarattı ve sonucu ne oldu diyerek. Bir türlü açılamayan dosyalar, durmaksızın yerleri değiştirilen yargı ve emniyet görevlileri yine kabuslarınız olarak sürüp gidiyor.
Günlerden 19 Ocak, ayakkabı kutularının yasa dışı parayla özdeşleştirildiği günlerin üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçmiş. Usunuzda, yerde yatan o kocaman gönüllü adamın altı delik ayakkabıları. Geçen yıl tüm kalabalığın arasında nefesim daralmıştı. Bu kez yorgun sol ciğerimin altındaki yüreğim acıyor ve Çotak'ına seslenen cesur Rakel Dink o çarpıcı tümceleriyle nasıl da zamana direnen bir konuşma yapmıştı diyorum.
Roboski'de sağ kalanlara neden eylem yapıyorsunuz diye bir orantısız eylemle karşılık verilmiş. Bayramiç'de Kaz Dağlarını mahveden ve edecek olan maden işletmesi çalışanlarının servis aracını durdurup madenin zehir saçtığını anlatan aileye, çocuklarını suça itmiş kabul ederek evlerine ayda bir kez sosyolog yollamaya karar vermiş yargı. Böylece sosyologların yeni bir görev alanı daha belirlendi...
Ve Cuma akşamı sosyal medyada son haberlere bakarken, Hani o 'Şehnaz Tango' ve sonra 'Gülbeyaz' gibi dizilerden tanıdığınız hele Kazım Koyuncu'yla birlikte söyledikleri türkülü sahneleri unutamadığınız farklı birsanatçı Nejat İşler'in yoğun bakım, septik şok haberini alıyor ve 'sakın,sakın, diren, diren' derken buluyorsunuz kendinizi.
Sonra o düşsüz uykularda, bir zamanlar bu ülkenin 'Takalar' gibi şiirler yazan ozan bir başbakanı vardı; ne zaman gemilerini çoğaltan başbakan yavrularına geçtik diye hayıflanıyorsunuz.
Hukuksuz ülkenin kısıtlanmış, baskılanmış ama yine de çoğaldıklarına inanan bireyi olarak öğrencilerinizin paylaşımları umut veriyor. Ve dost sesleri duymak, sevdiklerinizin sevgisini duyumsamak, Boğaz'da geçirdiğiniz ve de üşüdüğünüz İstanbul'daki son Pazar, müzik, sergiler, fotoğraflarda yansıttığınız, ruhunuzu sağılttığınız her an yine umut veriyor.
1 Ocak 2014 Çarşamba
2014'DEN 2013'E BAKIŞ
Yeni yılın ilk gününde hemen eskiyen 2013'e şöyle bir bakmak istedim kendi penceremden. Düşünüyorum da yaşamımda ilk olan pek çok şey geçti şu 365 günde.
Bu yıl ilk kez hiç sınıfa girip ders vermedim. Ama ilk kez bir topluluk önünde yeni öğretim yılının ilk dersini vermem önerildi. Çünkü okulumuz açıldı. Artık fen lisemizde okuyan öğrencilerimiz var. Hep arzu ettiğim gibi hükümet kanadından hiç kimsenin katılmadığı, içten bir açılış oldu.
Sevgili torunum artık üç yaşında. Oyun dünyasında yer verdiği arkadaşı gibiyim. Rol dağılımını kendi belirliyor. Bol bol 'neden' sorusuna yanıt verirken çok mutluyum.
İlk kez biber gazını da yedim Nisan ayında. Belki çok kalabalık değildik ama çok coşkulu ve tek yürektik. Dayanamadılar sinemaya girmek istememize ve attılar biber gazını. Sevgili arkadaşım Şükran'la arka sokaklara kaçıp empati kuran küçük cafelere sığındık.
Yine ortak duygularda buluştuğumuz Lozan Mübadilleri Vakfı'nın etkinliklerinde bu yıl Mübadele'nin 90. yılında buluştuk. en azından gönüllü çevirmenlik yapıp destek vermek benim için çok anlamlıydı. Bir de derneğin yazar kadrosuna kabul edilmek benim gibi bir amatör için büyük mutluluk oldu.
Nisan sonunda Lütfü Karadağ Amcamızın 100. yaşına basmasını doğduğu yer Yanya'da, onun müthiş enerjisiyle kutladık. Kırmızı süveteriyle pastasını üflemesi, dansları, şarkılara, türkülere katılımı unutulmaz anlar belleğime katıldı.
Mayıs ortasında Çeşme günleri başladı uzun bir aradan sonra. Evin sakinliği, denizin güzelliği derken 2 Haziran'da lise arkadaşlarımızla 40 yıl sonraki ilk buluşmamızı gerçekleştirdik. 17 yaşımıza geri dönüp okul arkadaşlığının aradan 40 yıl geçse de hiç bir şekilde eskimediğinin ve o içtenliği eksiltemediğinin tadına vardık tüm güzelliğiyle.
Ve 'Gezi Parkı'... Hani nasıl bir ülkede yaşamak isterdiniz sorusuna doyurucu yanıtı bulduğumuz hafta. Sanki düş ülkeme ayak basmıştım. Herkesin bir şekilde katkıda bulunduğu, her tür canlının korunduğu, doyurulduğu müziğiyle, küçük çadırlarıyla, kütüphanesiyle, söylevleriyle, hep birlikte çekilen halaylarıyla barış ülkesiydi, güneşin doğduğu yerdeydik sözün özü. Ve biz ayrıldıktan on dakika sonra başlatılan yıkım. O akşam atılan biber gazının, plastik mermilerin karanlığı hala yüreğimde. Ve bugün Berkin'in yaşama dönmesi için yakarıyorum, evine ekmek almaya gidebilsin yeniden diye.
Artık Taksim'e yürümek eskisi gibi değil. Beton ovası oldu tümüyle. Hele Atatürk Merkezi beş buçuk yıllık hayalet döneminden polis merkezine dönüştü son altı aydır.Kaldırımından bile yürümek yasak. Hele o alt geçide sıkıştırılan otobüs durakları. Yüzlerce insan eksoz gazı soluyarak binmeye çalışıyorlar otobüslere. İnsana saygının zerresi yok.
2013 yazı tencere tava halk orkestrasının İstanbul ve İzmir gruplarında görevli bir elemanı olarak da geçti sayılır. Yok edilmek istenen senfoni orkestralarımız gibi görkemli parçalar çalmasak da çıkan sesler bazı kimselere direnişin müziğini gösterdi ya yeter...
Hani son iki üç gündür yeni yıl kutlama iletilerinde çok paylaşılan 'yeni yıl bir şey getirmesen de sevdiklerimi götürme' dileği var ya çok doğru. Eylül başında Peri annemiz bir haftanın içinde kayıp gitti elimizden. Çok zor yokluğunu kabullenmek. Sanki babacığımın acısı yinelendi içimde.
Ekim sonunda yıllardır görmeyi istediğim İspanya turunu gerçekleştirmek iyi geldi. O gezi yeni arkadaşlar ekledi dost hanemize. Her yaşın okuması gibi gezmesi de farklı oluyormuş gerçekten. Tüm renkleriyle özümsemeye çalıştım İspanya'yı.
Fotoğraflar, konserler, sergiler,kitaplar, oyunlar, filmlerle hemen her gün yeni bir şey öğrenmenin, dünyaya farklı pencerelerden bakabilmenin kıvancını yaşadım ve dünyanın çirkinliklerine katlanmayı da protesto edebilmeyi de güçlendirdim.
Ve 17 Aralık yeni bir kırılma yaşattı biz tüm TClere. Yok edilen tüm değerlerimize karşın bir şeyleri yeniden başlatabileceğimizin umudunu kazandık yeniden. Ne denli örtülmeye çalışılsa da güneş balçıkla sıvanmaz çünkü...
İNADINA YAŞAMAYA DEVAM
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)