Yeni yılın ilk gününde hemen eskiyen 2013'e şöyle bir bakmak istedim kendi penceremden. Düşünüyorum da yaşamımda ilk olan pek çok şey geçti şu 365 günde.
Bu yıl ilk kez hiç sınıfa girip ders vermedim. Ama ilk kez bir topluluk önünde yeni öğretim yılının ilk dersini vermem önerildi. Çünkü okulumuz açıldı. Artık fen lisemizde okuyan öğrencilerimiz var. Hep arzu ettiğim gibi hükümet kanadından hiç kimsenin katılmadığı, içten bir açılış oldu.
Sevgili torunum artık üç yaşında. Oyun dünyasında yer verdiği arkadaşı gibiyim. Rol dağılımını kendi belirliyor. Bol bol 'neden' sorusuna yanıt verirken çok mutluyum.
İlk kez biber gazını da yedim Nisan ayında. Belki çok kalabalık değildik ama çok coşkulu ve tek yürektik. Dayanamadılar sinemaya girmek istememize ve attılar biber gazını. Sevgili arkadaşım Şükran'la arka sokaklara kaçıp empati kuran küçük cafelere sığındık.
Yine ortak duygularda buluştuğumuz Lozan Mübadilleri Vakfı'nın etkinliklerinde bu yıl Mübadele'nin 90. yılında buluştuk. en azından gönüllü çevirmenlik yapıp destek vermek benim için çok anlamlıydı. Bir de derneğin yazar kadrosuna kabul edilmek benim gibi bir amatör için büyük mutluluk oldu.
Nisan sonunda Lütfü Karadağ Amcamızın 100. yaşına basmasını doğduğu yer Yanya'da, onun müthiş enerjisiyle kutladık. Kırmızı süveteriyle pastasını üflemesi, dansları, şarkılara, türkülere katılımı unutulmaz anlar belleğime katıldı.
Mayıs ortasında Çeşme günleri başladı uzun bir aradan sonra. Evin sakinliği, denizin güzelliği derken 2 Haziran'da lise arkadaşlarımızla 40 yıl sonraki ilk buluşmamızı gerçekleştirdik. 17 yaşımıza geri dönüp okul arkadaşlığının aradan 40 yıl geçse de hiç bir şekilde eskimediğinin ve o içtenliği eksiltemediğinin tadına vardık tüm güzelliğiyle.
Ve 'Gezi Parkı'... Hani nasıl bir ülkede yaşamak isterdiniz sorusuna doyurucu yanıtı bulduğumuz hafta. Sanki düş ülkeme ayak basmıştım. Herkesin bir şekilde katkıda bulunduğu, her tür canlının korunduğu, doyurulduğu müziğiyle, küçük çadırlarıyla, kütüphanesiyle, söylevleriyle, hep birlikte çekilen halaylarıyla barış ülkesiydi, güneşin doğduğu yerdeydik sözün özü. Ve biz ayrıldıktan on dakika sonra başlatılan yıkım. O akşam atılan biber gazının, plastik mermilerin karanlığı hala yüreğimde. Ve bugün Berkin'in yaşama dönmesi için yakarıyorum, evine ekmek almaya gidebilsin yeniden diye.
Artık Taksim'e yürümek eskisi gibi değil. Beton ovası oldu tümüyle. Hele Atatürk Merkezi beş buçuk yıllık hayalet döneminden polis merkezine dönüştü son altı aydır.Kaldırımından bile yürümek yasak. Hele o alt geçide sıkıştırılan otobüs durakları. Yüzlerce insan eksoz gazı soluyarak binmeye çalışıyorlar otobüslere. İnsana saygının zerresi yok.
2013 yazı tencere tava halk orkestrasının İstanbul ve İzmir gruplarında görevli bir elemanı olarak da geçti sayılır. Yok edilmek istenen senfoni orkestralarımız gibi görkemli parçalar çalmasak da çıkan sesler bazı kimselere direnişin müziğini gösterdi ya yeter...
Hani son iki üç gündür yeni yıl kutlama iletilerinde çok paylaşılan 'yeni yıl bir şey getirmesen de sevdiklerimi götürme' dileği var ya çok doğru. Eylül başında Peri annemiz bir haftanın içinde kayıp gitti elimizden. Çok zor yokluğunu kabullenmek. Sanki babacığımın acısı yinelendi içimde.
Ekim sonunda yıllardır görmeyi istediğim İspanya turunu gerçekleştirmek iyi geldi. O gezi yeni arkadaşlar ekledi dost hanemize. Her yaşın okuması gibi gezmesi de farklı oluyormuş gerçekten. Tüm renkleriyle özümsemeye çalıştım İspanya'yı.
Fotoğraflar, konserler, sergiler,kitaplar, oyunlar, filmlerle hemen her gün yeni bir şey öğrenmenin, dünyaya farklı pencerelerden bakabilmenin kıvancını yaşadım ve dünyanın çirkinliklerine katlanmayı da protesto edebilmeyi de güçlendirdim.
Ve 17 Aralık yeni bir kırılma yaşattı biz tüm TClere. Yok edilen tüm değerlerimize karşın bir şeyleri yeniden başlatabileceğimizin umudunu kazandık yeniden. Ne denli örtülmeye çalışılsa da güneş balçıkla sıvanmaz çünkü...
İNADINA YAŞAMAYA DEVAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder