Üç gündür filmlerle nefes alıyorum. Sinemanın büyüsüne kapılmış yaşıyorum. Nasıl sabırsızlıkla bekliyormuşum meğer bu iki haftayı. Oyun oynamayı bekleyen bir çocuk gibi koşarak gidiyorum seçtiğim her filme. Teşekkür ediyorum bana çocukluğumdan sinemanın büyüsünü öğreten anneme ve babama.
Çocukluğum demişken; ne zaman çocukluğumun sinemalarını anımsasam parke taşlardaki topuk sesleri gelir kulağıma birden. Artık parke taşlı yollar pek kalmadı,kalanlardaysa sinemalar yok.Çocukluk evimin caddesi parke taşla döşeliydi.Ve insanlar en güzel giysileriyle sinemaya giderlerdi akşamları. O günler radyo günleriydi. Görsellik yalnızca beyaz perdedeydi. Özellikle sıcak yaz günlerinde akşam üzerleri üç yazlık sinema da duyururlardı hangi filmi oynatacaklarını. Sonra insanlar yavaş yavaş yollara dökülürlerdi. Tire'de en güzel yazlık sinema 'Şehir Sineması'ydı'. En güzel filmler de orada oynardı.
Babaannem hepimizden önce hazırlanır,bizi beklerdi. Sanki bir bayram gezmesine gidercesine sevinçle çıkardık evden. Film başlayana dek en sevilen Türk Sanat müziği parçaları dinlenirdi. Film biter, bu kez herkes yarı uykulu dönerken evlerine, topuk seslerinin tıkırtıları daha bir yoğunlaşırdı caddede. Şimdi artık o sesler yok. Hepimiz rahat ve sessiz ayakkabılarımızla yürüyoruz her yere...
İlk izlediğim filmi hatırlamayı çok isterdim. Ama çocuk yüzümü Jerry Lewis filmleri çok güldürmüştür,bilirim. Sonra unutamadığım filmlerden 'Bir Kadın ve Bir Erkek', Kiev'deki Adam' ve 'Doktor Jivago' gelir usuma, müzikleri ve görüntüleriyle. 'Neşeli Günler', 'Yedi Kardeşe Yedi Gelin' de öyle.
Çocukluk biter, Türkiye değişirken ortaokulda sevgili arkadaşım Saide ile Cumartesi matinelerinin keyfi başlamıştır artık. Bu kez Tarık Akan'lı romantik filmlerdir gözdelerimiz. Bu arada her film sonrası bir de değişik gümüş yüzükler alıp üç dört tanesi birden takılır parmaklarımıza, mini yeleklerimize ve eteklerimize aksesuar olarak.
Lise yıllarımız 12 Mart döneminin karanlığına denk gelir. O günlerin en romantik filmi İzmir'de dayımla Elhamra Sineması'nda izlediğim 'Love Story', ne çok ağlatmıştır benim dönemimin gençlerini. Ve liseyi bitirirken Yılmaz Güney almıştır gönüllerimizdeki yerini. 'Umut', 'Umutsuzlar' ve 'Arkadaş'. Gencecik yüzüyle Melike Demirağ belleğimdedir hala aynen şarkısı gibi.
Belki de tüm bu anılardan Film Festivali benim için en değerli görsel şölendir bugün de. Dünyayı, insanları izlemektir tüm emek verenlerin gözünden. Onlar çağdaş masalcılardır yüreğimde. Düşlerini, düşüncelerini, çatışmalarını,sevgilerini, incinmelerini anlatırlar en evrensel dilde.
Bu yılki festivalin ilk üç gününde tam dokuz film izledim. Sibirya'dan İsviçre'ye, Hindistan'dan Polonya'ya, Paraguay'dan Japonya'ya, Çernobil'den USA'ne farklı yaşamlar, ülkeler, çocuklar, vahşi doğa, savaşın en acımasız yüzü, öğretmenlik ve eğitim tüm farklı renkleriyle, açmazlarıyla, insana biçilen değer, değişen dünya ve sabit kalan ön yargılar her yönetmenin farklı diliyle ve oyunculuklarla sunuldu ve bize de izlemek kaldı.
Yedinci sanat yaşamdır, yaşamaktır, yaşamı sevenlere armağandır sözün özüyle.Sinematekle başlayıp bugünlere gelen festivalden sözedince Onat Kutlar'ı,tam festivalin açılış günü yitirdiğimiz Cumhuriyet yazarı Hüseyin Baş'ı anmadan olur mu? Ah bir de Emek Sineması açık olsaydı... Sanki Emek kapanalı festival de bir eksik var. Ama yine de unutulmaz bir armağan sunabilmek için kendinize bir bilet alın ve zaman ayırın yeter.
Çocukluğum demişken; ne zaman çocukluğumun sinemalarını anımsasam parke taşlardaki topuk sesleri gelir kulağıma birden. Artık parke taşlı yollar pek kalmadı,kalanlardaysa sinemalar yok.Çocukluk evimin caddesi parke taşla döşeliydi.Ve insanlar en güzel giysileriyle sinemaya giderlerdi akşamları. O günler radyo günleriydi. Görsellik yalnızca beyaz perdedeydi. Özellikle sıcak yaz günlerinde akşam üzerleri üç yazlık sinema da duyururlardı hangi filmi oynatacaklarını. Sonra insanlar yavaş yavaş yollara dökülürlerdi. Tire'de en güzel yazlık sinema 'Şehir Sineması'ydı'. En güzel filmler de orada oynardı.
Babaannem hepimizden önce hazırlanır,bizi beklerdi. Sanki bir bayram gezmesine gidercesine sevinçle çıkardık evden. Film başlayana dek en sevilen Türk Sanat müziği parçaları dinlenirdi. Film biter, bu kez herkes yarı uykulu dönerken evlerine, topuk seslerinin tıkırtıları daha bir yoğunlaşırdı caddede. Şimdi artık o sesler yok. Hepimiz rahat ve sessiz ayakkabılarımızla yürüyoruz her yere...
İlk izlediğim filmi hatırlamayı çok isterdim. Ama çocuk yüzümü Jerry Lewis filmleri çok güldürmüştür,bilirim. Sonra unutamadığım filmlerden 'Bir Kadın ve Bir Erkek', Kiev'deki Adam' ve 'Doktor Jivago' gelir usuma, müzikleri ve görüntüleriyle. 'Neşeli Günler', 'Yedi Kardeşe Yedi Gelin' de öyle.
Çocukluk biter, Türkiye değişirken ortaokulda sevgili arkadaşım Saide ile Cumartesi matinelerinin keyfi başlamıştır artık. Bu kez Tarık Akan'lı romantik filmlerdir gözdelerimiz. Bu arada her film sonrası bir de değişik gümüş yüzükler alıp üç dört tanesi birden takılır parmaklarımıza, mini yeleklerimize ve eteklerimize aksesuar olarak.
Lise yıllarımız 12 Mart döneminin karanlığına denk gelir. O günlerin en romantik filmi İzmir'de dayımla Elhamra Sineması'nda izlediğim 'Love Story', ne çok ağlatmıştır benim dönemimin gençlerini. Ve liseyi bitirirken Yılmaz Güney almıştır gönüllerimizdeki yerini. 'Umut', 'Umutsuzlar' ve 'Arkadaş'. Gencecik yüzüyle Melike Demirağ belleğimdedir hala aynen şarkısı gibi.
Belki de tüm bu anılardan Film Festivali benim için en değerli görsel şölendir bugün de. Dünyayı, insanları izlemektir tüm emek verenlerin gözünden. Onlar çağdaş masalcılardır yüreğimde. Düşlerini, düşüncelerini, çatışmalarını,sevgilerini, incinmelerini anlatırlar en evrensel dilde.
Bu yılki festivalin ilk üç gününde tam dokuz film izledim. Sibirya'dan İsviçre'ye, Hindistan'dan Polonya'ya, Paraguay'dan Japonya'ya, Çernobil'den USA'ne farklı yaşamlar, ülkeler, çocuklar, vahşi doğa, savaşın en acımasız yüzü, öğretmenlik ve eğitim tüm farklı renkleriyle, açmazlarıyla, insana biçilen değer, değişen dünya ve sabit kalan ön yargılar her yönetmenin farklı diliyle ve oyunculuklarla sunuldu ve bize de izlemek kaldı.
Yedinci sanat yaşamdır, yaşamaktır, yaşamı sevenlere armağandır sözün özüyle.Sinematekle başlayıp bugünlere gelen festivalden sözedince Onat Kutlar'ı,tam festivalin açılış günü yitirdiğimiz Cumhuriyet yazarı Hüseyin Baş'ı anmadan olur mu? Ah bir de Emek Sineması açık olsaydı... Sanki Emek kapanalı festival de bir eksik var. Ama yine de unutulmaz bir armağan sunabilmek için kendinize bir bilet alın ve zaman ayırın yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder