Günümüzde insan olmanın anlamı her geçen an hızla değişiyor. Her geçen an insanlığın renklerini solduruyor ülkemizde.Anlama ve algılama yetisi olan her birey okudukları,duydukları ve gördükleriyle kahroluyor.
Günlerden 27 Mayıs. Türkiye'de ilk askeri darbenin yıldönümü. Bizim kuşağın çocukluğunda bayram olarak kutlanırdı. Öncesinde ve sonrasında çok acılar yaşanmış bir gün. Ah, bir televizyon kanalı bugün Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın anıt mezarlarında anma töreni düzenleneceğini duyuruyor. Bu mudur doğru yöntem? Niçin tarihimizdeki kara lekelerden biri olan asıldıkları Eylül ayını beklemiyorsunuz? O zaman Denizleri de12 Mart 'ın yıldönümünde analım bundan böyle.
Geçenlerde Nilgün Cerrahoğlu'nun çok etkilendiğim bir yazısı vardı gazetede. İspanya'da General Franco rejiminden sonra başa gelen krallık yönetimi geçmişlerinin bu zulüm dönemini unutturmak için tutarlı bir politika uyguluyormuş. Nedenini düşündünüz mü? Vatandaşına değer veren ve ruh sağlıklarını korumaya çalışan bir devlet politikası budur bence.
Doğru yöntem bu olmasa bugün en başta Avrupa ülkeleri bir araya gelemezlerdi. İki dünya savaşında birbirlerine karşı savaşmış, milyonlarca kayıp vermiş bu ülkeler geçmişin acılarına yönelik yaşasalardı, bırakın günümüzün Avrupa Birliği'ni birbirlerinin yüzüne bakacak durumları kalmazdı.
Kurtuluş Savaşımızdan sonra Ata'mızın önderliğindeki genç Türkiye'yi düşünün. Savaştıkları ya da her türlü siyasal komployu kurdukları bir ülkeye ve liderine tüm dünya ülkeleri saygı duyar ve tanır mıydı?
Bugün bizde neler oluyor?
İktidar Osmanlı hayranlığını yalnızca savaşma ve fetih gücüyle yansıtıyor.Padişahların reformist ya da sanatsal yönleri kesinlikle vurgulanmıyor.23 Nisan şenlikleri her nasılsa birkaç yıldır tarihi hiç değişmeyen 'kutlu doğum haftalarıyla zayıflatılıyor, 19 Mayıslar 29 Mayısların gölgesinde kalsın diye baskı uygulanıyor, Ankara'nın başkent oluşunun yıldönümü kutlamaları trafik yoğunluğu nedeniyle iptal ediliyor.
Ekonominin zayıf noktalarını,memurun,işçinin artan yükselen çığlıklarını, açıklanamayan toplu öldürmeleri, şehit haberlerini, eğitimin 'yeni' adı altında sunulan pedagojik ilkelerden ve çağdaşlıktan uzak uygulamasını, kadın bedenine yönelik cinayetleri, çağdaş sanatın her alandaki yorumcularının açıkta bırakılmaları ya da sorgulanmaları,bilim insanlarının tutsak tutulmalarını ve zorbaca bastırılan karşıt sesleri ve Atatürk devrimlerini unutturmak için haydi koşun geçmişin yaralarını deşmeye.
Belki anımsarsınız, 2007 genel seçimlerinden sonra başbakanın ünlü bir balkon konuşması vardı. Demokrasi kültürüne inanan bir birey olarak umutlanmış, ikinci dönem olgunluk getirecek galiba demiştim safça.Çünkü o konuşmada bize oy vermeyenler için de çalışacağız denmişti bir anlamda.Özellikle son dört yıldır o çalışmaların kapsamını çok net şekilde görüyoruz...
Şimdi bir de toplumun tüm renklerinin canlılığını koruduğunu varsayalım. Bir önceki iktidar zamanında alınan önlemlerin etkisiyle ekonominin güçlendiği bir toplumda devletin vatandaşına sevgi ve saygıyla yaklaştığını düşleyelim.Hitabet gücünü yadsıyamadığımız başbakanın saygılı ve olgun bir tarzda konuşarak sorunları gerçek yüzüyle aktardığını,kin ve öfkeden uzak durmamızı söyleyebildiğini, her yeni tasarıda yetkin bireylerden görüş alınıp, farklı düşüncedeki insanların uzlaştığı yöntemlerin denendiğini, dış politikada kararlı ve konumumuza uygun yaklaşımlar sergilendiğini, geçmişten intikam değil ders alındığını,basının özgür olup, yalaka olmadığını, geleceğe dönük çağdaş düşüncenin desteklendiğini ve en önemlisi yurttaşların hor görülmediğini düşünelim.
Nasıl hissederdiniz bugün kendinizi? Yarınlar için böylesine endişeli olur muydunuz yoksa gözleriniz umut ve güvenle parlar mıydı?
İnsanlığın tüm renklerini soldursalar da tüm tünellerin sonunda ışık olduğunu ve ışığı gören tüm renklerin yeniden parlayacağını bilelim ve direnelim lütfen...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder