Alaçatı; son yılların gözde tatil yeri, sörf merkezi, İstanbul ve Bodrum mekanlarının ikinci merkezleri ve bunun gibi bir çok başlık görebilirsiniz, okuyabilirsiniz. Yine de isterseniz bu eski şirin köyün izlerini bulabilirsiniz Alaçatı'da, Alaçatı insanlarında.
Alaçatı, benim yirmili yaşlarımın yazlarının taze meyve sebze alışverişinin yapıldığı, meydanındaki kahvede dinlenip çay içildiği ve o zamanki anne baba yazlığına dönüldüğü şirin bir köydü.
Aradan bir on yıl geçtikten sonra yavaş yavaş keşfedilip,eski Rum taş evlerinin satın alınıp restore edilerek kahvelerin cafelere dönüştüğü ve bir kaç yıl daha geçtiğinde ilk sörf merkezlerinin açılmasıyla değişik bir kimliğe bürünmeye başlayan bir Alaçatı'ydı.
Biz üç kişi Salı akşamı Alaçatı'daydık. Hafta sonları çılgın kalabalığını sevmediğim Alaçatı o gece kucak açtı bize. Kızım ,ben ve sevgili Rezzan'ımız İzmir'e dönmeden Alaçatı'da bir akşam yemeği yemek istedik. Restoranların bulunduğu caddenin solundaki sokaklardan birinde mavi beyaz kareli örtüieri ve suyun öte yanından müziğiyle bir restoranı üçümüz de aynı anda seçtik. Adını vermeyeyim de yanında 'Tektekçi' pub var diyeyim daha iyi. Bir de aynı sokakta çok güzel kapıları olan bir kaç tane eski ev var ki fotoğraflarını çekmeye doyamadım. Hele üstünde çanı olan o kapı ne güzel dokuları barındırıyordu, yılların birikimiyle...
Mezelerle donatılan masamızda koyulaşan sohbet, rembetikolardan, Zeki Müren şarkılarına geçilen müzik derken Rezzan'ın aklına çocukluğundan kalan ve anlamınını merak ettiği iki Rumca sözcük takıldı. Mekanın sahibi iki kardeşten birine çevrede Rumca bilen var mı diye sorduk. Bize Kazım amca'nın adını verdiler hemen. Az sonra da her akşam olduğu gibi buradan geçer diye de eklediler. 'Apopsi' ve 'Tipota' sözcükleri Türkçe'ye çevrilmeyi bekliyordu ama Kazım amca ortalıkta görünmüyordu. Sevgili mübadil dostlara sorabilirdim de o saatte rahatsız etmek olmazdı. Sonunda ellerini arkasında kavuşturmuş yaşlı bir bey ve yanında eşi olduğunu tahmin ettiğimiz bir hanım geçtiler, masaların arasından. Biz mekan sahibi iki kardeşe seslenip sorana dek Kazım amca evine girmişti bile. Ama eşi Neval hanım sorularımıza karşılık vermeye gönüllüydü.
Masada artık dört kişiydik. Neval hanım 50 yıldır Alaçatılı olmasına karşın kendini hala Çeşme'li gelin sayıyordu. Restoran sahibi kardeşlerin anneannelerinin bir tesadüf eseri keşfettiği ve üç çeşit peyniri karıştırarak yaptığı enfes tatlıyı yerken, Neval teyze annesi Giritli Devlet hanım'dan öğrendiği akıcı Rumcasıyla bize apopsi bu gece, tipota yok demektir diye açıklamıştı bile.
Neval teyze, müthiş bir özgüvenle aile tarihini anlatıyor, annesi Devlet hanım'ın 104 yaşındaki vefatını anlatırken, ''Geçen Kurban Bayramı arifesiydi. Ben yarın gidiyorum. Sizi uğraştıracağım'' dedi Ben de ''Anne, bayramı bari geçirelim, telaş yapma dedim ama dediği gibi oldu. Bayram günü öldü, doktor, hoca bulana kadar bayağı uğraştık'' diyerek gülüyordu. Annesinin ölene dek Rumca konuştuğunu, o yüzden kendi Rumcasının da çok iyi olduğunu vurguluyordu. Eşi Kasap Kazım amca'nın gelen tüm Yunanlı turistlere rehberlik yaptığından da dem vuruyordu gururla. Üç oğlunu anlatırken gözlerini içi gülüyor, sabahları ikisinin arabalarıyla onu selamlayarak işe gittiklerini, en küçüğünün de her sabah aynı saatte telefon edip hatırını sorduğunu, babalarına bir şey olmasın diye gözünün içine baktıklarını, kısacası hayırlı evlat olduklarını söylüyordu. Bu arada gelinleri ve torunlarından da memnun olduğunu ama önce çocuklarının geldiğini de açık yüreklilikle anlatıyordu.
Bizim ilgimizi en çok Çeşme'den gelin geldiğini anlatırken takındığı o gururlu tavır çekmişti. Sanki saraydan sürgüne gelmiş gibiydi. Meğer Çeşme'liler Alaçatı'yı taşra görürler, küçümserlermiş. Bizim Alaçatılı lokantacı kardeşler de içtenlikle onayladılar bu çekişmeyi. Yıllar önce Çeşme ve Alaçatı takımları futbol maçı yaparlar ve her maç sonrası kim deplasmandaysa dayak yer dönermiş ev sahibi taraftarlardan. Ancak maç bitince yenen dayak unutulurmuş. Günümüzde o eski çekişmenin yerini dayanışma almış.Neval teyze kahvesini de içip,kızıma yaşam ve eş seçimi hakkında kendince gayet mantıklı (:))) ) öğütler verdikten sonra kalkabildik masamızdan. Neval teyze'ye yeniden ziyaret sözü verdiğimizi de unutmayalım bu arada.
Dönüşte bir de meşhur sakızlı lokmalardan ikram etti bize gönlü bol lokmacı. Son olarak Mimar Sinan mezunu tasarımcı Adem bey'den çok hoş bileklik aldık kızıma gecenin anısı olarak.
Alaçatı yüreğini açtı o gece bize gönlü güzel insanlarıyla. yorucu gündemden uzak pırıltılı bir gece yaşadık ve restoranın duvarında yazıldığı gibi 'İnsanı sevmekle başlar her şey' gibi geçti saatler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder