Cuma gününden beri İstanbul'dayım. Bu kez annemi de alıp bir haftalığına geldim sevdiğim şehre. Evden eve sekiz saat direksiyon başında olsam da akşam Harbiye Cemil Topuzlu açık Hava Tiyatrosu'ndaydım. Yol yorgunu olmak bile alıkoymadı beni. Çünkü Kalan Müzik 20. Yıl Konserleri'nin ilki vardı. Ve ben Kalan Müzik'in tanıttıklarını sevdiğim için konserli kutlamalarını kaçırmak istemedim. İyi ki de öyle yapmışım.
Olgun Şimşek tüm açıksözlülüğü ve neşesiyle sundu programı. Barkovizyondaki görüntülerinden, tüm devrimci ozanlara, yorumculara ve gençlik liderlerine selam yolladık alkışlarımızla.
İlk olarak Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu ustalar sahne aldı. Yüreklerimizi hüzünlendirip, gözlerimizi buğulandırdılar.Hasan Saltık 'dan 'platin CD' ödüllerini aldılar. Gitmesinler, kalsınlar istedik ama yerlerini Cengiz Özkan'a bıraktılar. Etkileyici yorumuyla yine özlediğimiz türküleri dinledik. Sonra Leman Sam alkışlandı bol bol. Mikail Aslan çıktı sahneye. Sesiyle, sözüyle bağladı tüm izleyiciyi.
En son Kardeş Türküler kutladı Kalan Müzik'i. Ah, önce gözlerimiz yaş doldu. Sonra halay çekti tüm tiyatro. Tüm sevdiklerimin orada olup o kardeşlik havasını duyumsamasını istedi gönlüm. Ve bir kez daha en iyi dileklerimi(!) yolladım çirkin politik oyun sahiplerine... Düşünebiliyor musunuz tüm tiyatro her yaştan seyircisiyle ayaktaydı.
Kardeş türküler gelecek yıl 20. yıllarını kutlayacaklarını ilettiler. Nice yıllarına, nice dinletilerine.
Her konser ya da oyun bitiminde bir an önce çıkmak için sanatçının sahneden ayrılışını bekleyemeyen sabırsız İstanbul seyircisinden eser yoktu o gece. Bitmesin istedi tüm izleyiciler. Ruhumun arındığını, umudun gücüyle çıktığımı hissettim ve eve yürürken ıhlamur ağaçlarının kokusunu çektim içime. Daha nice üretimler, geçmişin değerlerini tanıtmak için yolun açık olsun Kalan Müzik.
Pazar günü Galata Mevlevihanesi Sema törenindeydik annem ve kuzenimle. Mevlevihane'de kaç yıldır istediğim halde izleyememiştim semazenleri. Yapının büyüsünden orada izlemek çok daha farklıydı. Ne güzel ki bir çok yabancı da açılış konuşmasında vurgulandığı gibi edeple izledi tüm töreni.
Çıkışta caddenin kalabalığından kolay sıyrılmak için tramvaya bindik. Yanında altı yedi yaşlarındaki kızıyla, İranlı bir hanım geldi yanımıza. Bir anda yakınmaya başladı; yirmi dakikadır beklediğini, hiç kimsenin bilet için yardımcı olmadığını söyledi. Meğer Tahran'dan meslektaşımmış. Birlikte iki ülkeyi karşılaştırdık. ''Sakın izin vermeyin, bizim durumumuza gelmeye'' dedi tüm içtenliğiyle.Turizmi yok ederlerse siz de bizim gibi olursunuz diye vurguladı. On yaşına dek İngiltere'de yaşadığından ama memleket hasretine dayanamayıp döndüklerinden, Türk dizilerini, programlarını kaçak uydularla izlediklerini anlattı. Zaten herşey yasadışı yolardan yapılıyor İran'da, sosyal medya iletişimi bile diye devam etti. Sonra kültürünün saygısıyla annemin elini öpüp kalabalığa karıştı bir anda.
Ve şimdi Polonezköy Leonardo'nun yemyeşil, dingin bahçesinden yazıyorum bu yazımı. Ormanın içinden, 'karaca çıkabilir' uyarı levhalarının arasından tertemiz havayı çekerek geldik. Doğanın güzelliğine hayran olup,sakın burayı da bozmasınlar diye korkarak.
Artık bu güzel ülkede her an her şeyden ürker ve hep daha fazla bozmasınlar diye düşünür olduk. Yazarken umut ve güzelliklerden söz etmeyi isteyişim de bu yüzden. Gölgeler uzak olsun aydınlığı sevenlerden.
Her
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder