Yeni bir yılın ilk haftasını yaşadık bile. Ve hep yeni umutlarla sağlık, barışçı ve insanca yaşam diledik pek çoğumuz. Bu arada yeni kararlar almayı da unutmadık. Kendi adıma düşündüğümde, her yeni yıl için aldığım mantıklı kararların bir bölümünü pek benimsediğimi söyleyemem. Ancak sanatsal etkinlikleri, yeni yayınları ve güncel gelişmeleri izlemek konusunda fazlasıyla inatçıyımdır doğrusu.
O halde yeni yılın ilk yazısını da sanata ayırmak hoş olacak. 30 Aralık günü bayağı kötü bir şekilde düşerek bitirdim eski yılı. Böylece kaburga ezilmesi ya da yumuşak doku ezilmesinin ağrılarını da çok acılı öğrendim. Doktorun söylediğine göre üç hafta dinlenerek yavaş yavaş geçirecekmişim bu süreci. Nerede düştüğüme gelince; benim gibi bir sanat izleyicisine uygun olduğunu rahatlıkla açıklayabilirim. Profilo AVM'deki tiyatro salonunda.Oyun arasında kimseyi rahatsız etmemek adına boş bulduğum ve bir yandan da tekerli sandalye kullananlar için ne iyi ayrı bir platform yapmışlar diye düşündüğüm platformdan geçerken yüksekliğin fazla olmasını kodlayamadığım için tam anlamıyla sol tarafıma kapaklanmayı başardım. Acıdan bir an için nefes alamasam da, bir süre sonra yerime oturup oyunu sonuna dek izledim. Bu trajikomik bölümü, ''Aman, bastığınız yere dikkat edin'' öğüdüyle sonlandırıp son
üç haftada izlediğim oyunlara geçelim.
İlk izlediğim oyun Sadri Alışık Tiyatrosu tarafından sahnelenen 'Küçük Adam Ne Oldu Sana' idi. Hans Fallada'nın yazdığı romanı Yılmaz Onay oyunlaştırmış ve Barış Erdenk belleklerde iz bırakacak bir yorumla sahneye koymuş. DEÜ GSF'de oyunculuk dersi veren yönetmeni alkışlamak gerek. Çünkü magazinel olmadan bir çok başarılı oyunun sahnelenmesinde imzası var. Songül Öden ve Deniz Celiloğlu ki kendini Aksanat'ın bir zamanlar çok iyi oyunlar sahnelenen prodüksiyon tiyatrosundan beri izlerim, çok iyi yansıttılar bize canlandırdıkları karakterleri. Usta sanatçı Gülsen Tuncer de yer alıyor oyunda. Gidilip görülmesi gereken bir oyun. Yoksulluğun, kimlik kazanabilmenin, yaka renklerinin önemi tiyatronun evrenselliğinde ve müzikle dansın birleşimiyle çok iyi yoğrulmuş.
İkinci oyunsa, sevgili arkadaşım, derin tiyatro bilgisi ve akıcı oyun çevirileriyle hep danıştığım Şükran Yücel'le birlikte izleyip hayran kaldığımız İDT Tekel Stüdyo Sahnesi'ndeki 'Michalengelo'. Evet, dahi sanatçının Sistine Şapeli'nin tavanını resmettiği sürece odaklanan ve büyük sanatçının tüm yönlerini çok açık bir şekilde anlatan bu oyunu yazan gencecik bir Türk yazar:Irmak Bahçeci. 1983 doğumlu bu yetenekli yazar, kendini tanıtırken önce resim yapmayı, okumayı öğrendikten sonra da yazmayı çok sevdiğini anlatıyor ve yaşamı da aynı şekilde yönleniyor. Önce MSGSÜ Resim Bölümü daha sonra da AÜ Tiyatro, Dramatik Yazarlık bölümü. Okurken tiyatronun her yönüyle besliyor kendini. Ve işte böylece Michalengelo'nun dehasını çevreleyen yalnızlığını nasıl da vurucu bir dille yazıyor. Usta oyuncu Atila Şendil sahnede daha bir devleştiriyor ölümsüz dehayı. Bu arada ışık ve dekorun bu başarılı oyundaki büyük katkısını vurgulamadan geçmemek gerek. İyi ki izledim dediğim oyunlar listesine eklediğim oyunlardan biri oldu ve lütfen kaçırmayın, fırsat yaratın diyorum.
Bu iki düşündüren ve etkileyen oyundan sonra Neil Simon'un 'Parkta Çıplak Ayaklar' adıyla yıllarca Brodway'de sahnelenen oyunu, Nedim Saban'ın uyarlaması ve yönetmesiyle Cihangir'de bir çatı katında geçen, insanın içini ısıtan bir komediye dönüşen 'Aşka 103 Adım'ı' izledim. Suna Keskin'in meraklı kız annesi, Özge Özberk ve Bülent Seyran'ın yeni evli bir genç çifti kendi renkleriyle canlandırdıkları oyuna kaptan rolündeki Ümran Ertok farklı bir renk katıyor. Oyunda çatı katı dekordan çok daha fazlasını adeta beşinci karakteri canlandırıyor ve oyundan çıkarken yeşil ve kırmızı renklerin arasındaki sarının önemini daha bir iyi kavrıyorsunuz...!
Sıra 2013'de izlediğim oyunların ilkinde. Evet, bu kez sabırsızlıkla beklediğim Krek'deyim. Berkun Oya oyunlarından belleğime bir yenisini daha ekleyeceğim. İlk ikisi Garaj İstanbul'da izlediğim 'Bomba' ve 'Bayrak'. Daha sonra ise geçen yıl yine soğuk bir akşamda Santral İstanbul'daki yerleşik sahnelerinde gördüğüm ve çok sevdiğim 'Güzel Şeyler Bizim Tarafta' geliyor. Sıra 'Babamın Cesetlerinde' şimdi. Bu oyun da yine geçen yılki sistemde sahneleniyor. Kulaklıklarınızla camdan bir kutunun içindeki oyuncuların nefeslerini dahi duyuyorsunuz ve izleyici olarak ilginizi daha bir yoğunlaştırıyorsunuz. Klostrofobik bir oyuncu yok herhalde diye yorumlarken de buluyorsunuz kendinizi bir yandan. Oyun insanoğlunun kadim çıkmazlarından baba oğul ilişkisi üzerine üst metinde. Ama yine bir İzmirli, Öner Erkan'ın küçük oğul, Kaan Taşaner'in büyük oğul ve baba Şerif Erol'un olağanüstü yorumlarını izlerken kendinizden, çevrenizden öyle yakın noktalar buluyorsunuz ki oyun bittiğinde alkışlamaya başlamadan donup kalıyorsunuz bir an ve oyunun adını çok daha derinden kavrıyorsunuz. Çıktığınızda dışarıdaki soğuk hava ancak kendinize getiriyor sizi.
Ve ertesi akşam Kenterler'in artık tanıdık bir yer gibi duyumsadığım salonlarına daha dingin bir oyun özlemiyle gidiyorum. Donald Marguiles'in Defne Halman ve Balam Kenter tarafından çevrilen Kadriye Kenter'in hem yönettiği hem de Ruth Steiner adlı öykü yazarını canlandırdığı oyunun diğer kişisi Defne Halman, Steiner'in önce asistanrı sonra rakibesi rolünde. Oyunun broşüründe de yazıldığı gibi iki edebiyatçının kimlik sorgulaması çok yalın ama bir o kadar da vurucu aktarılıyor. Ve yine 'Tiyatro insanın aynasıdır' diyerek alkışlarınızı bırakıp ayrılıyorsunuz komşunuz tiyatrodan...
İzlediğim ve yazmaya çalıştığım tüm bu oyunlardan çok daha fazla görsel ve yazılı medyada tanıtımını yapan 'Mi Minör' yolundayım her zamanki coşkumla. Çok şey okudum ve izledim oyun hakkında. Meltem Arıkan yazmış oyunu. Pinima ülkesinde her şeye başkanın karar verdiği, kendine özgür(!),demokratik ülkenin sınırlarına girmiş oluyorsunuz Maçka küçük Çiftlik Park'taki çadıra adım atınca. Oyunun polisleri bilet/ pasaportunuzu kotrol ediyor.Oyuncuların gardıropları oturma setlerinin hemen önünde. Setlerin ortası açık sahne zaten. Karşınızda dev bir ekranda Pinima'da günün dizisi, reklamları akıp geçmekteyken oyunun baş kişilerinden piyanist (Pınar Öğün) Chopin'in Mi Minör 4. prelüdünü çalma yasağıyla karşılaşıyor. Çünkü Mi Minör müzikte kadın sesinin simgesi ve aynı zamanda hem isyan hem de yapıtta derin üzüntü yanında umudu barındırıyor. Böylece oyunun başladığı anlaşılıyor. Oyunda ayakta bilet de satılıyor. Amaç izleyicinin de oyuncu olması. İsterseniz, akıllı telefonlar vb ile oyunu sosyal medyada paylaşabiliyorsunuz. Ses düzeninin tüm dünyada yalnızca beş yerde kullanılan ileri bir teknoloji ürünü olduğu daha önceden duyurulsa da ne yazık ki bazı konuşmalar tam anlaşılmıyor. Memet Ali Alabora, iki partili ülkenin her iki partisinin de tek başkan adayı başkanı rolünde, her an halkını düşünüp, her an yeni duyurularla halkı adına her an yeni karar alıyor. Meltem Arıkan söz oyunlarıyla acı gülümsemeler yaratıyor izleyenlerin yüzlerinde; yargıtay- yazgıtay, satılan düşünce özgürlüğü, kutsal ailede kadının rolü, tartış-ma programı ve katılımcı bayan Ar(a)gaz,halkın en çok okuduğu kitap:25 Kitap Özeti, ergenhane,kadınların dondurma yalama yasağı, düşman uzaylılar/gerçekler, işlenmesi muhtemel suçlar için peşin hükümlülük, feshedilen dışişleri gibi.
Piyanist ve bir kaç genç oyuncu, karşıt sesi müzik ve sözle harmanlayıp her kezinde iri kıyım polis tarafından göz altına alınıyorlar.Bu arada izleyici/ oyuncularla da röportaj yapılıp ekrana yansıtılıyor. Ve iki saat böylece geçiyor.Oyunun finali gerçekten çarpıcı, bu kadarına da pes dedirtecek cinsten. Çıkarken zıt duygular içindesiniz. İyi bir projeye çok fazla öğe eklendiğini düşünüyorsunuz. Daha yalın hep daha mı güzeldir derken bir yandan da çok emek de vermişler demek olası.Belki de tam nesnel düşünmemekten geliyor bu karşıt düşünceler. Çünkü Memet Ali Alabora'nın aktivist yönü, Pınar Öğün'ün unutulmaz Türkan Saylan yorumu belleğinizde. O yüzden mi farklı bir yorum muydu beklediğim?
Tüm yazdıklarımın özüne gelince: İyi ki genç yazarlarımız, yetenekli yönetmenlerimiz, oyuncularımız var ve onlarla temiz, taze nefesler alabiliyoruz ve yaşasın tiyatro...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder