İnsan bazen kalabalıkta yalnız, bazen de yalnızken kalabalık hisseder ya kendini; İstanbul da öyledir. O dev metropol soğuk Pazar günlerinde bazen yalnızlaşır. İşte öyle zamanlarda İstanbul'da gezmenin tadına doyulmaz. Çoğunluğun evine sığındığı günlerde çok severim dolaşmayı kadim kentin sakin sokaklarında.Sergiler, oyunlar, dinletiler kısacası sanat. Ya da yalnızca fotoğraf çekmek...
Bu sabah da hava çok soğuktu. Bir an evin sıcak ve rahat havasına kapılıp evde kalmayı düşündüm. Sonra gözümün önüne incecik çorapları, zarif ayakkabıları ve boyunlarındaki inci kolyeleriyle en soğuk günlerde dahi kültürel etkinliklere giden Londra'nın yaşlı hanımları geldi. Ne zaman gitsem bir müzikal izler ve soğuğa karşın yetmiş seksen yaşlarındaki hanımların hep hayatın içinde yer aldığını görürdüm. Öyleyse aldığım her nefesin değerini bilerek gitmeyi planladığım etkinlikleri kaçırmamalıydım. Gazetem Cumhuriyet'i okumadan sokağa çıkamadığım için öğle saatlerini buldu turuma başlamam.
Önce Taksim'e yürüdüm. 4 Kasım'dan beri delik deşik olan ve her geçişimde içimi sızlatan terk edilmiş görünen Gezi Parkı yönünde yürümektense Talimhane tarafını seçtim bu kez. Her yer eriyen karın ve kazılan yerlerin çamuruna bulanmıştı. Herhalde büyük şehir belediyesi herkesin atlet olduğunu düşünüyor ve bu denli özensiz davranıyor yaşayanlara karşı diye düşünerek...!
Tramvaya bindim ve sonra Tünel'den Galata Kulesi'ne yürüdüm. Kule'ye bakan ve beşinci yılına girmesine karşın Anadolu kültüründen oluşturduğu menüyü kalitesinden ödün vermeden sunan Kiva'da bir şeyler atıştırdım. Galata Kulesi benim büyülü kulem, ne zaman gitsem eski bir dosta kavuşmuş gibi huzur verir onu görmek ya da uzaktan bile olsa izlemek.
İlk sergi Scheneidertempel Sanat Merkezi'ndeydi. Yüzyıla yakın bir süre Aşkenaz terzilerinin kurduğu bir sinagog olarak hizmet veren yapı 1996'dan beri cemaatinin azalmasıyla, kültür merkezi olarak günümüze dek 102 sergiye ev sahipliği yapmış. İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi öğretim üyesi olan ve bir çok karikatür sergisi de açan Prof. Dr. Tayfun Akgül'ün ilginç objelerle oluşturduğu bu 'Yüzde Yüz Montaj' sergisi yaratıcılığın ilginç noktası yapıtlarıyla hayranlık uyandırıyor.
Sergiden gülümseyerek çıkıp Art Nouveau tarzındaki ünlü Kamondo merdivenlerinden inip Bankalar Caddesi'ne ulaştım. Merdivenlere adını veren Camondo ailesi Osmanlı Devleti'ne 19. yüzyılda borç veren ünlü banker aile. 1872'de bir gecede İstanbul'u terk etmeleri isteniyor ve Paris'e yerleşiyorlar. Haklarında yazılmış çok ayrıntılı bir kitabı okumuş ve hemen sonrasında gittiğim bir Paris gezisinde,adeta küçük ölçekli bir Dolmabahçe Sarayı görünümünde ve içeriğinde olan müze- köşklerini gezmiştim. Ailenin kalan tüm üyeleri 1942'de Auschwitz kampında can vermişler. Bugün İstanbul'da seksene yakın yapılarıyla hazin sonları zamana direniyor.
Bankalar Caddesi neoklasik ve neorönesans tarzı yapılarıyla tam bir Avrupa şehri örneği. 19. yüzyıl sonlarında yapılan ve Osmanlı Bankası Ve Merkez Bankası'na hizmet veren yapılar Fransız mimar Alexandre Vallury'nin eserleri. Beyoğlu tarafının neoklasik, eski şehre bakan cephesinin oryantalist mimarisi adeta Türkiye'nin çift yönlülüğünü vurguluyor. Artık günümüzde Salt Galata olarak Osmanlı Bankası'nın açık arşivini sürekli sergi kapsamında tutarken, öte yandan da yeni sergilere kapılarını açıyor.
İki sergi gezdim orada. İlki Türkiye-Hollanda ilişkilerinin 400. yılı nedeniyle adeta iki ülkenin diyaloğunu yansıtan ''Modern Zamanlar''. Eindhoven Van Abbe Müzesi koleksiyonundan tablolar ile Türk sanatçıların 1900-1960 arası ürettikleri yapıtları konu alıyor.
Üçüncü katta ise ''Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi'' sergisi. 1946'da İstanbul Operası olarak başlanan yapının mimari Hayati Tabanlıoğlu'nun önerisiyle ve türlü kırılmalarla 1969'da AKM olarak açılışına dek geçirdiği süreci anlatır gibi görünse de aslında alt okumada Taksim'deki dönüşüme görsel tanıklık yapıyor. Ve 29 Ekim 1969'da açılışı yapılan AKM'nin içerisinde nice yapıtların sunuluşundan sonra gömüldüğü karanlıktan 29 Ekim 2013'de kurtuluşunu beklediğinizi düşünürken hüzünleniyorsunuz.
Evet, üç sergiden sonra sıra Şehir Tiyatrosu Fatih Sahnesi'ndeki ''Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum'' adlı oyunu izlemeye geldi Oyunun üçüncü sezonu. Neil Simon, oyununda on altı yıl sonra karşılaşan baba-kızın öyküsünü anlatmış. Bilge Koloğlu'nun akıcı çevirisi ve Erhan Yazıcıoğlu'yla Derya Çetinel'in ustaca yorumlarıyla iki saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.
Turun bir sonraki basamağı son günündeki ''Olimpiya'dan Olimpiyatlara'' sergisine yetişmek. İstiklal Caddesi'ndeki Yunan Konsolosluğu salonunda sergi. Edirneli yağ işletmecisi Mehmet Edip Ağaoğulları'nın koleksiyonu. 1990'dan başlayan. Atina'da 1896'daki ilk modern olimpiyatlardan 2012 Londra Olimpiyatları'na kadar tüm oyunların pullarını,zarflarını ve Yunan mitolojisini içeren filateli ağırlıklı. Çok severek gezdim.
Artık Kanyon'un geleneğe dönüşmeye başlayan yılbaşı konserine metroyla on dakikada ulaşırım ve en son çocukluğumun Fuar günlerinde dinlediğim Ajda Pekkan'ı dinleyebilirim. Ben işini tutkuyla yapan insanları seviyorum. Sanatçı ilerleyen yaşına tam zıt görüntüsü ve enerjisiyle coşturuyor tüm kalabalığı.
Ve günün son etkinliği CRR'de. 'Nail Yavuzoğlu ve All Star Jazz Band konseri var. Nail Yavuzoğlu şefliğinde usta müzisyenler unutulmaz bir konser sunuyorlar. Çıkarken topluluğu daha önce hiç dinlemediğim için hayıflanıyorum.
Eve dönüşte, Abdi İpekçi Caddesi'ndeki, Fındıkkıran Balesi'nin kurşun askerlerinden esinlenerek yapılmış yılbaşı dekorlarının arasından geçerek yürüyorum başka bir ülkedeymişim gibi. Hava soğuk ama bugün gördüklerimin etkisiyle yüreğim sıcacık giriyorum eve.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder