14 Şubat 2012 Salı

İKİ ŞEHRE SEVGİ

Bugün sevgililer günü. İki şehri sevmeyi anlatmak istedi gönlüm. Son on yıldır yaşam tarzım oldu iki şehirde yaşamak. Kendimce düşünürken yazmak daha iyi galiba dedim.İzmir ve İstanbul. Benim sevgili şehirlerim. İzmir, yuvam. İstanbul, ruhum. 

Her şey on yıl önce kızımın İstanbul'da üniversiteyi kazanmasıyla somutlaştı. Çocukluk düşümdü İstanbul. Annem ve babamın gerçeğe dönüştüremedikleri hayalleriydi Çocukken kendi aralarında konuşmalarını duyardım. Babam ve ortanca amcam Bebek'de bir otel açmayı düşünmüşler ama bir takım engeller yüzünden gerçekleştirememişlerdi.

Sonra ilkokulu bitirdiğim yıl, bir haftalık bir gezi yapmıştık İstanbul'a. Canım babam çok güzel bir program yapmış, tüm sarayları, Boğaz'ı gezdirmişti bize. Ondan sonra unutamadım ben İstanbul'u. O kadar çok okudum ki İstanbul'u kitaplardan, tablolarda inceledim, şarkılarda izledim.

Bir de üstüne eski Türk filmleri. Boğaz'da martılar, birbirlerine yavaş çekim koşan Hülya Koçyiğit- Ediz Hun ikilisi. Ya da 'senede Bir Gün' buluşan Selda Alkor- Kartal Tibet. Aman ne romantikti sevgili arkadaşım Saide ile onları Cumartesi matinelerinde beyaz perdede izlemek.

Bu arada lise bitmiş, üniversitenin aralıklı okunan yılları hep İzmir'de geçmiş,İzmir yuva şehrim olmayı sürdürmüştü.
İzmir'de büyüdüm, anne oldum, çalıştım, en eski ve güzel dostluklarımı edindim.Hani hiç değişmeyecekmiş gibi yaşadım. 

İzmir tüm duyguların acısıyla tatlısıyla yaşandığı şehirdi benim için. Şehrin değişimini, eski yalıların, evlerin bir bir yok oluşunu,bir zamanlar körfezinde denize girip dayımla balık tuttuğum mavi şehrin kahverengiye dönüştüğünü gördüğüm şehirdi. Kordon Boyu'nun şarkılarda kaldığını, yıllarca blok blok kayaların nefesimi kestiğini  ve bir gün sahil bulvarının kıyıya eklenişini adım adım yürüdüğüm şehirdi.

Yıllar böyle geçti. Ve kızım üniversiteye başladı. Oğlum okurken Londra'ydı sevdiğim şehir. Beş yıl boyunca düşlerimdeki gezme ve oğluma kavuşmayı Londra'da yaşadım. Oğlum mezun oldu, kızım ertesi yıl İstanbul'a taşındı. Ve ben ondan sonra iki şehri yaşamaya başladım.

İstanbul dünyam oldu benim. Gezdiğim, gördüğüm tüm şehirleri saklıyordu gizli köşelerinde. Bir yönüyle tam Asya'lı, diğer bir semtiyle tam bir görmüş geçirmiş Avrupa'lı, Erguvanıyla Bizans, lalesiyle Osmanlı'ydı İstanbul.Öylesine gizemliydi, öylesine örselenmişti ki bazı zamanlar. 

İnsan ruhu gibiydi İstanbul. Hem cıvıl cıvıl, hem karamsar. Böyle büyüledi beni, içinde barındırdığı sayısız rengiyle. Hafta sonu gezilerine katıldım, tarihini daha nesnel keşfetmek için. Fotoğraf makinem kılavuzum oldu, hem beynime, hem de kamerama kaydettim gördüklerimi.

Ama hala bitiremedim betimlemeyi.O yüzden de büyüsünden kurtulamadım. Hele bir de GS üniversitesi'nde göreve başlayınca bağımlısı oldum Boğaz'ı izlemenin.Tarihinde  yitip gitmek istedim, Sultanahmet'e gittim. Rengarenk çocukları fotoğraflamak istedim, Balat'a gittim. Balık ve martılarla arkadaş olmak için Hisar'dı mekanım. Karşının sakinliği çekince Kuzguncuk,Çengelköy'dü semtlerim. Sanatsal açlığımı AKM de doyurdum yıllarca. İstiklal Caddesiydi her renkten kalabalığın ve mekanın adresi. Gezdikçe, gördükçe gizli hanlar, pasajlar keşfettim. Aya İrini'de müzik dinlemek ibadet etmek gibiydi elimde bir kadeh şarapla.

Ancak  özellikle son iki yıldır tıpkı İzmir gibi İstanbul'da grileşiyor. Doğan Kuban'ın deyişiyle 'gök kazıyanlar' bozuyor yüzyılların siluetini bir çırpıda ve son derece saygısızca. Sanat mekanları bir bir yok olurken simit sarayları dolduruyor her köşeyi. Dertlere sırdaş balık lokantarı, meyhaneler kahvaltı salonlarına çevriliyor son hızla. Rengi hüzün artık İstanbul'un.

İstanbul'lu olmasanız da İstanbul severseniz, bir imza sever oluyorsunuz istemli olarak. Haydi bir imza, AKM için, Emek sineması için, Taksim için,üçüncü köprü için, Haydarpaşa Garı için. Her gün bir yeni imza şehri korumak için umarsızca...

Yine de inadına sevmeye devam İstanbul'u bir İzmir'li olarak...         

1 yorum: