Bugün onsekiz yaşıma döndüm günün tarihine bakınca ya da dünün demek gerek. Çünkü yeni bir gün başladı bir kaç dakika önce. Sevgili Maviş'i o acı uçak kazasında yitireli tam 38 yıl geçti. Dünyalar güzeli arkadaşımız, bahar dalı gibi incecik ve can doluydu. Sevgili babasıyla üniversiteyi kazanmasının sevinciyle Londra'ya uçacaklardı. Ama işte o DC-10 uçağının bagaj kapısı açılıp kopunca...Güzel anıları kaldı ardında ve hala belleklerimizdeki o güzel maviş gözleri...
Aslında ben bugün hoşgörü(süzlük) üzerine yazacaktım. Önce Maviş'i anmak geldi içimden.
'Hoşgörü' ne güzel bir sözcük. Peki, biz neden bu denli hızla solduruyoruz hoşgörünün o güzelim renklerini? Kin, nefret sözcükleri nasıl da çoğalıyor son günlerde. Söz de yetmiyor, eyleme dönüşüyor sıklıkla.
Geçen Pazar akşamı, İstanbul'daki Rum vatandaşların yaklaşık 500 yıldır kutladıkları 'Baklahorani' şenlikleri için İstiklal caddesi'ndeki yürüyüşlerini ve danslarını izliyordum neşeyle. Maskeleri, giysileri, müzikleriyle bir güzel renktiler Beyoğlu'nun çılgın kalabalığının içinde. Birden yanıbaşımda duran genç bir adamın sözleri çalındı kulağıma. '' Bizim mahalleden on arkadaş olacaktı ki burada, ne güzel tepelerdik bunları.'' Tüylerim ürperdi o sözleri duyunca. Ve Rakel Dink'in o unutulmaz konuşması geldi usuma. Doğduğunda masumdu bu delikanlı, nasıl böyle potansiyel bir katil haline dönüştürüyorduk öyleyse?
Tüm neşem yok oldu, omuzlarıma hoşgörüsüzlüğün ağırlığı çöktü olanca ağırlığıyla.Aslında hepimiz farklı şekilde yansıtmıyor muyduk bu bakış açısını diye düşündüm bir an.Sabırsız, tahammülsüz ve hepsinden önemlisi karşısındakini dinleme saygısını göstermeyen bireyler haline gelmiştik son yıllarda.
Ve nedenlerini bildiğimiz halde çözüm getirmekten korkan suskun vatandaşlar topluluğuyduk artık eğitimlisi de, eğitimsizi de hep birlikte.
Heykellerin yıkıldığı, oyunların bir anda sahneden indirildiği, yıllardır toplumsal bellekte yer etmiş, bize güç vermiş andların küçümsendiği,gerçek sanatın horlandığı bir dünyamız vardı artık. Eğitim modelimizin bir anda yok edilebildiği, öğrencilerin başladıkları sistemde nasıl bitireceklerini asla bilemeyecekleri bir ülkenin vatandaşlarıydık artık. Okuduğumuz gazetedeki haberlerin tarafsızlığından şüphe duyduğumuz bir toplumda yaşıyorduk.
Evet, yazdıkça yazmak istediğimiz bir çok umutsuz olguyla çevriliydik. Ama işte aldığımız her nefes bir umuttur diyerek birden doğrulttum başımı. inadına yaşamak, iyilerin ve iyiliklerin, dostlukların aşkına dedim ve yürüdüm eve sağlam basarak yere... Bizler, bizlere lazımdık ve 'sen olmazsan bir eksiğiz' demek gerekti her an...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder